Toplumsal Yabancılaşma Nedir?
Kültür ve Sanat - 08 Ağustos, 2022 - Okuma Süresi: 4 Dk.
08 Ağustos, 2022
Kredi:
Kendimizi toplumdan ve toplumun normlarından soyutlamamızda kapitalizmin payı nedir? Karl Marx'ın penceresinden kapitalizmin özüne inerken çağımızın en büyük sorunlarından birisi olan toplumsal yabancılaşmaya değindim. Keyifli okumalar!
Toplumsal yabancılaşma; ekonomi de dâhil olmak üzere kendilerini sosyal yapıyla alakalı çeşitli sebeplerden dolayı, sosyal çevrelerinin ya da toplumlarının değerlerinden, normlarından, adetlerinden ve toplumsal ilişkilerinden kopuk hisseden bireylerin ya da toplulukların deneyimlerini tasvir etmek için toplum bilimciler tarafından kullanılan daha kapsamlı bir kavramdır. Toplumsal yabancılaşmayı yaşamış olan kişiler toplumun ortak, yaygın değerlerini paylaşmazlar; toplumla, toplumsal grup ve kurumlarıyla uyum sağlayamazlar ve toplumsal olarak soyutlanmışlardır. Marx’a göre maaş karşılığında işçilerden iş gücü satın alan varlıklı mal sahiplerini ve yöneticilerini ön plana çıkaran kapitalist üretim sisteminin düzenlenmesi, tüm işçi sınıfı için yabancılaşmaya sebep olur. Toplum bilimciler, Marx’ın tasvir ettiği kapitalist sistem içinde çalışmanın ve yaşamanın sonuçlarına ek olarak yabancılaşmanın başka nedenlerini buldular. Ekonomik istikrarsızlığın ve onunla birlikte hareket etme eğilimi gösteren toplumsal kargaşanın, toplumsal yabancılaşmaya teşvik eden kuralsızlığa sebep olduğunu belgelendirdiler.
Yabancılaşma, toplumsal yabancılaşma veya sosyal yabancılaşma metropollerde sıkça yaşanır. Genelde büyük şehirlerde insanın kendine bile zaman ayıramayacak duruma gelmesiyle başlar. Daha sonra bulunan zaman sadece bireysel zevklere ayrılır. Ulaşım, para ve stres de bunlara eklendiğinde ortaya soyutlanma durumu çıkar. Birey, düşüncelerindeki yalnızlığa alışır ve zamanla toplum içindeyken sıkılır, gerilir. Yabancılaşma, bireyselleşmenin getirdiği bir kavramdır. İnsanların çevre üzerindeki denetimi, çevreye sağladığı uyumla pozitif korelasyonludur. Denetim azaldıkça sağlanan uyum da azalır. İnsanlar kendi özüne aykırı bir hayat tarzını yaşamak zorunda kalırlar. Bir bakıma insan, bu durumda hayatın öznesi değil, nesnesi olur. Evet, insan üretmeye yönelmiş bir varlıktır. Marx’a göre insanın yaşadığı ilk yabancılaşma doğaya karşıdır ve insan doğayla olan bu ilk mücadelesini kazanmıştır. Ve yine evet ki bu mücadeleyi de ürettiğimiz için kazanabildik. Fakat üretmek artık çağımız dünyasında insanın tek amacı haline geldi. Belki bu anlamda dış dünyayla iletişimimizi, ürettiklerimiz yani emeğimiz üzerinden gerçekleştiriyoruz ama bu üretim süreci bir zorunluluk haline gelince bizi dış dünyayla temas halinde tutan değil, aksine soğutan şey olur.
Tüm mesaisi gün boyunca falan makinenin falan vidasını sıkmak olan bir işçinin, aylar ve yıllar sonra hala aynı makinenin aynı vidasını sıkıyor olması bir yabancılaşma çeşididir. Yaptığı işten gittikçe zevk alamamaya başlar ve işine yabancılaşır. Daha çok mesleki yabancılaşma olarak ayrılabilecek bir durumdur fakat yabancılaşmayı özetler. Yani insanın kendi emeği sonucunda yarattığı şeyin yine aynı insana onu prangalayıp, karşıt ve yabancı bir öz olarak geri dönmesidir. Üretilenin, üretenin değil başkasının malı olması da bu durumu körükler. Aynı zamanda yaşamın amacının belirsiz oluşu, kalabalık şehirlerde onca insan arasında bireyin kendini yalnız hissetmesi veya kendisinde hissettiği güçsüzlük ve işe yaramazlık duyguları bireyi topluma karşı yabancılaştırır.
Çok sevdiğim bir yazar olan Albert Camus'da bu isimde bir roman (Yabancı) ele almıştır ki insanın yabancılaşma sürecini sade bir dille özetlediği bu romandan şöyle bir alıntı yapmak, düşünsel anlamda yabancılaşma sürecinin psikolojik altyapısını da özetlemiş olacaktır:
Her işin benim dışımda görülüyor gibi bir hali vardı. Her şey ben karıştırılmaksızın olup bitiyordu. Kaderim bana sorulmadan tayin ediliyordu.
E-bültenimize abone ol!
Haftanın en popüler içerikleri, en çok kazananlar ve staj haberleri bültenimizde.