Ya Fizyolojimiz Psikolojik Durumumuz Hakkında Bilgi Veriyorsa ?
Eğitim - 22 Şubat, 2021 - Okuma Süresi: 7 Dk.
22 Şubat, 2021
Kredi: iStock
Psikolojiye giden yolu anlamak için insanın oluşumundan da çok öncesine dayanan fizyolojik olayları anlamanın gerekli olduğunu biliyor muydunuz? Psikoloji biliminin temel yapı taşlarından biri olan fizyoloji bilimi ve fizyoloji bilmenin psikoloji ile ilişkisini gelin hep beraber inceleyelim.
Temelde insan ve hayvan davranışını, duygularını ve zihinsel süreçlerinin inceleyen bir bilim dalı olan psikoloji bilimini icra eden psikologlar ve psikiyatristlerin fizyolojiyi bilmelerinin gerekliliği tartışılmazdır. Psikoloji sadece insanı incelen bir bilim gibi görünse de temelinde hayvanlara dayalı olarak gelişim gösterdiğini görmekteyiz. İnceleme alanına hayvanların da girmesinin en temel nedeni ise kuşkusuz “evrimdir.” Temel anlamda evrim hem bir teori hem de bir olgudur. Yaygın olarak olgu, organizmalarda nesiller boyunca gerçekleşen gözlemlenebilir değişiklikler için kullanılırken, teori ise bu değişikliklere neden olan düzenler için kullanılır. Yani olgular dünyanın verileri iken teoriler olguları açıklayan ve yorumlayan düşünce yapılarıdır.
Duygularının ve davranışların evrimsel süreç içerişinde ortaya çıkması “Homo Sapiens Sapiens’i yani “Düşündüğünü Düşünebilen Varlık” olan insanı anlamlandırmada bir temel oluşturmaktadır. Bilimsel olarak Darwinizm temelinde incelenen evrim; tek hücreliden çok hücreliye doğru yükselen bir gelişmenin bulunduğunu görüşünü savunmaktadır. Psikoloji de bu görüş temelinde, biyolojiyi taklit ederek aynı süreci psikolojik anlamda da kanıtlamaya çalışmıştır. Psikoloji biliminin babası olarak nitelendirilen Freud da “benlik parçalarını” açıklarken Darwin’in evrim teorisinden faydalanmıştır. Bu açıdan incelendiğinde evrimin temelinde; biyoloji, psikoloji ve fizyoloji birbirine kenetlenmiş parçalar halinde incelendiği görülmektedir.
Burada karşımıza “İnsanları anlamak için hayvanları neden anlamamız gerektir?” gibi bir soru çıkmaktadır. İnsan ile hayvanların ortak özelliklerini ve temel farklarını incelemek bu soruya net bir cevap vermekle beraber, incelememiz gereken kavramları dört başlık altında toplamak mümkündür. Bu başlıklar; vital tepki, içgüdü, bellek ve zekâdır. Bu başlıklardan birincisi olan vital tepki tüm canlılarda ortak olarak bulunurken, öteki başlıklar ise, yalnız ruh ve bedende yani insan ve hayvanda vardır. Fakat bellek ve zekânın canlılardaki dağılışı ile içgüdünün dağılışı arasındaki fark, canlılar piramidinde bulunduğu basamak ile orantılıdır. Canlıların üzerinde bulunduğu basamak alçaldıkça, içgüdüleri çoğalır; bu basamak yükseldikçe, içgüdüleri azalır. Buna göre en üst basamak üzerinde bulunan insan, içgüdüsü en az olan canlı varlıktır. Canlı varlığı piramitte yükseldikçe bellek ve zekâ artarken, piramitte aşağıya doğru indikçe bellek ve zekâ azalmaya hatta yok olmaya başlar. İnsan zekâsını biricik kılan faktör hayvanlardan farklı olarak bir ruha, bir psikolojiye, bir bilince sahip olması ve en önemlisi de bir kültür yaratmış olmasıdır. İnsanın kültürü, onun evrimleşen biyolojisi ile ilişkilidir. Kültürden bahsederken insandan ve insandan bahsederken de dolaylı olarak insanın fizyolojisinden bahsetmekteyiz. İnsan evrimleşerek ve bir kültür yaratarak hayvandan tamamen ayrılmış gibi görünse de hala bazı duygularımızın ( saldırganlık…) , davranışlarımızın (bastırılamayan cinsel iç güdü) temelinde hayvanlardan bize kalan bir güdü bulunmaktadır. Hayvanlardan bizi ayıran en önemli noktanın “düşünme” hatta “düşündüğünü düşünme” olduğundan bahsetmiştik. Düşündüğünü düşünme süreci gerçekleşirken en çok evrimleşen organımız olan beynimizde gerçekleşirken birtakım değişikliklerin somut veya soyut reaksiyonlarının olduğunu gözlemlemekteyiz. Reaksiyonların oluşum süreci en az reaksiyonların kendisi kadar önemli iken bu reaksiyonların nasıl ve nerede gerçekleştiğini anlamamız, ortaya çıkan verilerin normalden saptığının anlaşılabilmesi, sorunun algılanabilmesi ve uygun tedavi metotların belirlenebilmesi için oldukça önemlidir. Beynin yapısı incelendiğinde duygularımız, davranışlarımız, zihinsel süreçlerimiz kısaca vücudumuzda meydana gelen gerek duygusal gerek davranışsal gerekse fiziksel bütün reaksiyonların temelinde, beyinde meydana gelen birtakım değişikliklerin sebep olduğu görünmektedir. Mevcut bu reaksiyonlar incelendiğinde, meydana gelen değişikliklerin duygularımız üzerinde direkt veya dolaylı olarak etkisi gözlemlenebilir.
İnsan vücudu içsel ve dışsal değişiklikleri anlamak için “Sinir Sistemi” adı verilen bir siteme sahiptir. Sinir sistemi; çevrenin algılanmasına yol açan, bilgi elde eden ve elde edilen bilgiyi işleyen, vücut içerisinde hücreler ağı sayesinde sinyallerin farklı bölgelere iletimini sağlayan, organlarını kasların aktivitelerini düzenleyen bir organlar sistemidir. Bu organlar kendi aralarında “Nöronlar” ile “Aksiyon Potansiyeli” aracılığıyla iletişim kurarlar. Sinir sistemi detaylı olarak incelendiğinde “Merkezi Sinir Sistemi (MSS)” ve “Çevresel Sinir Sistemi(ÇSS)” olarak karşımıza çıkmaktadır. Merkezi sinir sistemimiz sadece beyin ve omurilikten meydana gelirken, çevresel sinir sistemi beyin ve omuriliğin tüm organlar ile olan bağlantısı ile meydana gelmektedir.
100 milyar nöronu ile merkezi sinir sitemi'nin (MSS) en önemli organı olan beyinin, insanın hayvandan evrimleşmiş olduğunu varsayıldığında en gelişmiş ve evrimleşmiş yapı olduğunu görülmektedir. Beyin günlük hayatımızda düzenli olarak yaptığımız davranışlardan, hislerimizin oluşturulmasından, ruhsal ve bedensel olarak sağlıklı olmamızdan, zekâ, hafıza, çağrışım, anlayış, bilinç, yazma, konuşma, beş duyu organından gelen uyarıların algılanması, öğrenme, kişilik, istemli hareketler, planlama, kavrama ve ruh hali, hareket ve dengenin düzenlenmesi, homeostasinin sağlanması, solunum, yutma, idrar kontrolü, işitme dengesi gibi bir çok özellikten sorumlu bölgedir. Bütün bu işlemlerin tek bir noktada gerçekleşmesi insanı karmaşık ve gizemli kılan bir durumdur.
İnsan vücudunun kendi içerisinde var olan fizyolojik düzende meydana gelen en ufak sapma veya değişiklik doğrudan davranışlarımızı ve dolaylı olarak günlük hayatımızı etkilemektedir. İnsan ve hayvan davranışını, duygularını ve zihinsel süreçlerinin inceleyen bir bilim dalı olan psikolojinin, fizyolojik değişikliklerden ayrı düşünülmesi olanaksızdır. Psikologlar ve psikiyatristler tanı koyarken davranışlarda meydana gelen değişiklerin fizyolojik bir temeli olduğunu kavramalı ve süreci bilinçli bir şekilde yürütmelidir. Örneğin; “şizofreni” teşhisi konulan bir hastada östrojen hormonunda azalma, metabolizmanın bozulması, aşırı ve düzensiz beslenme, uyku düzensizlikleri, aşırı zayıflama, libidoda artma ya da azalma, no-adranelin hormonunun fazla salgılanması ile ağrı eşik seviyesinin yükselmesi, sebepsiz gülmeler, gürültülü, ani, beklenmedik uygunsuz davranışlarda bulunma, konuşmada tutarsızlık gibi birçok fizyolojik tepki görülmektedir.
Artan strese bağlı olarak çok sık karşılaşılan psikolojik rahatsızlık olan “Anksiyete (Kaygı) Bozukluğu” belirtilerinde, seratonin hormonunun azalması, terleme, kalp atım hızında artış, nefes alışverişinin hızlanması ve düzensiz hale gelmesi, ellerde titreme, uykuya dalmada güçlük, mide problemleri, hazımsızlık gibi birçok fizyolojik tepki gözlemlenmektedir. Yine “İki Uçlu Duygu Durum Bozukluğu” olarak bilinen “Manik Depresyon” belirtilerinde de; uyku problemleri, yüksek duygu durum, cinsel istekte artış, yargılama kapasitesinde artış, unutma, konsantrasyon eksikliği, hızlı kilo alıp verme, enerji azlığı, soğuk terleme gibi fizyolojik tepkiler gözlemlenmektedir.
Verdiğimiz ve vereceğimiz her örnekte olduğu gibi psikolojik problemlerin hepsinin bir fizyolojik belirtisi vardır. İşte bu yüzden fizyolojiniz psikolojinizi anlamada en büyük yardımcınız olacaktır.
E-bültenimize abone ol!
Haftanın en popüler içerikleri, en çok kazananlar ve staj haberleri bültenimizde.