Avrupa'da Bir Gönüllülük Deneyimi: AIESEC
Eğitim - 08 Şubat, 2021 - Okuma Süresi: 8 Dk.
08 Şubat, 2021
Kredi: Gönüllülük
Yurtdışı gönüllülük projeleri git gide popülerleşmekte. Bunlardan biri de AIESEC. Ben de Hırvatistan'ın Zagreb şehrinde yapmış olduğum gönüllülük projesinden bahsettim.
Instagram bugün bana tam üç yıl önce AIESEC projesiyle Hırvatistan'a gitmiş olduğumu hatırlattı. Ben de bunca yıla rağmen hiçbir anını unutmadığım bu deneyimimi paylaşmak, daha önce bu programı duymamış olanlara bilgi vermek, haberi olup da gitmek isteyenler için de tecrübelerimden bahsetmek istedim.
Lisans okurken duyduğum AIESEC programına İngilizceme güvenemediğim için başvurmamıştım, ancak Erasmus'a gittikten sonra gelen özgüvenle başvurmaya karar verdim. Lisans eğitimim bittikten sonra önceliğim yüksek lisans yapmaktı, başvuruları kaçırdığım için bir sene daha beklemem gerekiyordu. Ucuz uçak bulduk diye yazdan mart ayı için aldığımız yurt dışı bileti yüzünden de iş aramaya girişmedim. Aslında bu "gap year" Avrupa ve Amerika'da çok yaygın. Bizim hayatımız hep koşuşturmaca ile geçmeye zorlandığı için, bir durup nefes almak aklımıza gelmiyor.
Kendime böyle bir boşluk yarattıktan sonra ne yapabilirim diye araştırırken aklıma AIESEC geldi. Öncelikle nedir bu AIESEC, "II. Dünya Savaşı'ndan sonra dünya barışına katkıda bulunmak amacıyla Avrupalı öğrenciler tarafından 1948 yılında kurulan gençlerin kendi potansiyellerini keşfedebilecekleri ve geliştirebilecekleri uluslararası bir platformdur." Yani tüm süreç boyunca muhattabınız sizin gibi gençler olacak. Avrupa'da daha yaygın olduğu için ordaki gençler lise zamanlarından katılmaya başlıyor projelere. Gidebileceğiniz ülkeler Avrupa ile de sınırlı değil elbet; Vietnam' dan Mısır' a kadar geniş bir liste var. Gönüllülük dışında staj için de başvurabiliyorsunuz ama ben gönüllülük projesine katıldığım için ondan bahsedeceğim.
Öncelikle belirteyim, gönüllülük desem de katılacağınız her projenin ödemeniz gereken belli bir ücreti oluyor. Proje, gideceğiniz tarih gibi etmenlere bağlı olarak değişiyor bu ücret. Bu ücret karşılığında da size kalacak bir yer ayarlıyorlar, kimi projede de bir ya da iki öğün yemeğiniz de karşılanıyor bunun dışında tüm masraflar size ait. Vize başvurularında normalde gönüllü olarak gittiğinizde vize ücreti ödemezsiniz, ama konsolosluğa göre değişiyor maalesef. Romanya'ya giden arkadaşım ödemezken, Hırvatistan vize ücretini benden istemişti.
İlk olarak tabii siteye kayıt olup, bilgilerimizi dolduruyoruz. Sonra gitmek istediğimiz tarihleri ve ülkeleri seçerek projeleri araştırıyoruz. Projeler çoğunlukla çocuklarla yapılan etkinlikleri kapsıyor, açıkçası bana çok cazip gelmemişti. Sonra “World in the City” projesini gördüm, Hırvatistan'ın Zagrep şehrinde. Burda yapmanız gereken başlangıç seviyede Türkçe öğretmek, kendi kültürünüzü tanıtmak ve proje sonunda da "international dinner"da ülke yemeklerinizi tanıtmaktı. Erasmus'ta edinmiş olduğum Türklere olan önyargıları aşmak misyonuma da oldukça uyan bir projeydi. Üstelik aranan diller arasında Türkçe de vardı ve bu beni oldukça şaşırtmıştı.
Projeye başvurduktan sonra projenin koordinatörüyle skype görüşmesi yaptık. Projeyi neden istediğimden, farklı kültürleri tanımaya olan merakımdan, projeye neler katabileceğimden bahsettim. Projeye kabul edildikten sonra vize başvurumu yaptım ve yanıma mantı, Türk kahvesi, lokum ve Türk Bayrağını da alarak 8 Ocak'ta yola koyuldum.
Daha önce konaklamayı proje koordinatörlerinin ayarladığından bahsetmiştim. Bu genelde ya diğer gönüllülerle beraber kaldığınız bir yurt oluyor ya da sizi evinde misafir etmeyi kabul eden insanların evi oluyor. Benim için ikinci seçenek olmuştu. İki buçuk ay boyunca Hırvat bir ev sahibim oldu, benim yaşlarımda hukuk okuyan çok tatlı bir kızdı. Onun alt katında yaşayan en yakın arkadaşı da benim gibi gelen Brezilyalı bir çocuğu misafir edecekti.
Ben ocak ayında gittiğim için gönüllüler olarak çok kalabalık değildik. Üç Brezilyalı, bir Kolombiyalı, iki Ukraynalı ve bir de ben vardık projede. Hepimiz kendi ana dilimizi öğretmek için oradaydık.
Haftada üç gün, birer gün arayla ders verecektim. Daha önce böyle bir deneyimim olmamıştı, o yüzden benden önce gelen Türk biriyle yazıştım o da bana tavisyelerde bulundu ve yararlandığı kaynaklardan bahsetti. Her ders öncesi dersin içeriğini hazırlıyordum. ilk dersime Türkiye'yi genel olarak tanıtan bir sunumla başladım. Tabii benim için en önemli konulardan biri de kebap ve döner farkını anlatmaktı.
Sınıfımda 20 kadar katılımcı vardı, yaşları 18 den 65' e kadar değişiyordu. Benim onlara sorduğum ilk soru da "Neden Türkçe öğrenmek istiyorsunuz?" olmuştu. İşte o zaman Türk dizlerinin ne denli Balkanlar'da yaygın olduğunu anlamıştım. Türk dizilerini izlediklerini ve dilin çok hoşlarına gittiğini söyleyenler olmuştu. Bana ev hayatının Türk dizilerindeki gibi olup olmadığını bile sormuşlardı, Bihter Yöreoğlu gibi gezmediğimizi anlatmaya çalışmıştım. Onun dışında Türk kız arkadaşı/erkek arkadaşı için ya da Türkiye'ye iş seyahatı için git gel yapanlar vardı.
Hafta içi derslerimizle ilgilenirken haftasonu da seyahat etme şansımız oluyordu. Geldiğim ilk hafta Plitvice Gölleri'ne gitmiştik. Kış olduğu için yazın turistlerden geçilmeyen bu harika gölü sakince ve yarı fiyatına gezebilmiştik.
Ev arkadaşlarım ve diğer gönüllüler açısından çok şanslıydım. İki Hırvat, bir Brezilyalı, bir Kolombiyalı ve bir Türk'ten oluşan küçük bir grubumuz vardı. Gitmeden önce Hırvatların Türklere karşı ırkçı davrandığına dair söylentiler çok duymuştum, ama Türklere karşı olumsuz söyledikleri tek şey 2008 çeyrek finaliydi... Biz gibi onlar da hala bugün gibi hatırlıyor o unutulmaz maçı. Bundan bahsetme sebebim de aslında medyada bize pompalanan kadar bir düşmanlık olmadığını bir kez daha göstermek, bu konuda çekincesi olanlara yol gösterebilmek. Olumsuzlukla karşılaşanlar da vardır elbet ama bunu tüm bir millete yıkmak her zaman sakıncalı diye düşünüyorum.
Ülkeden de kısaca bahsetmek gerekirse, Hırvatistan doğal ve tarihi güzelliklerini koruyabilmiş içinde pek çok görülecek yer barındıran bir ülke. Kısıtlı zamanımda Plitvice gölleri, Split, Osijek ve Dubrovnik'i görebildim, ama bu ülkeye aşık olduktan sonra iki kez daha geldim. Yemek açısından Balkanlar bizimle çok benzer ki bence bazı yemekler burada daha güzel, özellikle börek. İnsanları sıcakkanlı ve inanılmaz misafirperver. Bir ülkeyi turist olarak görmekle orada kısa süre de olsa yaşayabilmek arasında inanılmaz bir fark var. Turist olarak daha önce geldiğim Zagreb'i çok beğenmezken, şimdi yaşamayı bile isteyecek kadar olarak sevdiğim bir şehir olarak görüyorum. Keşke dilleri bu kadar zor olmasaydı.
Sınıfımdaki insanlar açısından da çok şanslıydım. Derse katılımları çok iyiydi, benim aksanlı İngilizcemden bile yakınmamışlardı. Derslerde İngilizcemin yetmediği zamanlar da olmuştu, çaktırmadan sözlüğe bakmaya çalışıyordum. Ödevler hazırlıyordum kendimce, altmış beş yaşında diye bahsettiğim öğrencim bile hepsini yapıyordu. Son dersten bir gün önce "international dinner" vardı ve hepimiz sabaha kadar eğlenmemize rağmen, ertesi gün hepsi birkaç saatlik uykuyla derse gelmiş ve bana birbirinden düşünceli hediyeler vermişlerdi.
Türk gençleri olarak yarış atı muamelesi görüyoruz, maddi kaygılarla hayata bir an önce atılma gayesine düşüyoruz. Ben bu tecrübeyi yıllarca çalışsam yine elde edemezdim. Hayatta deneyim biriktirmek benim nezdimde ev, araba almaktan daha önemli. Çoğumuz için de öyle olduğunu düşünüyorum çünkü bu gibi projelere rağbet her geçen gün artıyor. Evimizde kaldığımız bu günlerde geçmişe dönüp bu anıları oldukları yerden çıkarıp yazıya dökme gayesiyle bunları yazdım.
Herkese yeni anılar biriktirebildiği bir yıl dileğiyle...
E-bültenimize abone ol!
Haftanın en popüler içerikleri, en çok kazananlar ve staj haberleri bültenimizde.