Osmanlı'da Yaratıklar: Vampirler
Yaratıcılık - 22 Ocak, 2024 - Okuma Süresi: 6 Dk.
22 Ocak, 2024
Vampirlerin gerçekten var olduğuna inanıyor musunuz? Kulağa son derece fantastik geldiğine eminim. Peki ya vampirlerin Osmanlı'da da var olduğunu biliyor muydunuz? Gelin hep birlikte bu gizemli konuyu inceleyelim, keyifli okumalar!
İrlandalı yazar Bram Stoker'in ünlü eseri Drakula'nın isminin duyulmasından çok daha önce, vampir mitolojisi Osmanlı döneminde zaten popülerdi. Hortlak, cadı, gulyabani gibi yaratıklardan bahsedilirdi. Bunların ortak özellikleri modern kültürde de bilindiği üzere genellikle mezarından kalkan ölüler olmaları, gün ışığından nefret etmeleri, insanların veya diğer canlıların kanlarıyla beslenmeleri, aşırı güçlü olmaları, uçabilmeleri idi. Osmanlı Dönemi'nde, vampir avcıları olduğu bile söylenmekte, hatta öyle ki halifeler bu vampir davalarıyla uğraşmak zorunda kalıyor, bu vakaları da köylüler korkuyla ihbar ediyordu. Vampirleri, yakalayıp kafalarını keserek, vücutlarını yakarak ancak yenebiliyorlardı.
Vampirliğin kökeninin tam olarak ne zaman dayandığı bilinmemekle beraber, 16. yüzyıldan kalan kayıtlar ışığında, yüksek ihtimalle Arap, Türk, Yunan ve Slav kökenlerine sahip, yani tüm bu ırkların karışımı olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Cinlerden veya gulyabanilerden türediği söylenen bu yaratıklar insanların yemeklerini yiyip güçlerini tüketirdi.
Bazı İslami eserlerin yorumlarında, gulyabanilerin cinlerin marid adı verilen kabilesinden türediği söylenir. Bu cinler zaten cennete erişimi olan ve oradan dünyaya bilgi aktaran türlerdi. Hz. İsa doğduğunda, üç cennet katmanı onlara yasaklandı, Hz. Muhammed'in doğumuyla da diğer tüm cennet katmanları onlara yasak kılındı. Sonra, maridler dünyaya uaşmaya çalışmaya devam ettiler fakat Allah'ın emrindeki kutup yıldızları onları yaktı ve böylece artık insanlara cennette duyduklarını anlatıp onları kandıramadılar. Yıldızlar onları yakmadıysa, delirir ve vahşi doğaya gulyabani şeklinde atılırlardı.
Dönemin namaz hocası Tühfetü'ş Şahan'da vampirlerden şu sözlerle bahsedilirdi :''Bazı kafirler öldükten ve gömüldükten sonra geceleri kapılara gelip ev sahibini dışarı çağırarak seri ölümlere neden oluyorlardı.'' (Salim Fikret Kırgı Osmanlı Vampirler, s.84)
Gulyabaniler mezarlıklarda yaşardı, Binbir Gece Masalları'nda da karşımıza çıkan gulyabaniler, müslümanların hayal gücünü etkilemeye ve varolan kültürde yer edinmeye başladı.
Şeriat Mahkemelerinde Vampirler
Ebu Suud Efendi'nin müftülüğünde, Kanuni Sultan Süleyman'ın hükümdarlık zamanında, Rumeli ve Anadolu köylüleri bazı garipliklerden şikayet etti. Söylediklerine göre, ölüler mezarlarından çıkıyor, insanların canını alıyordu. Mezarlar incelendiğinde ölülerin yüzünde kan izleri görülüyordu, yüzlerinde bir iz yoksa, gömüldüklerinden farklı şekilde bulunuyorlardı. Şikayetlerden şüphlenen Ebu Suud, halkın paniğe kapılmaması için islami şeriatta böyle bir yaratığın olmadığını söylemiş ve şöyle fetva vermiştir: ''Eğer cesedin hareket ettiği görülürse ölü yere çivilenmeli, eğer tekrar kalkarsa başıyla ayaklarının yeri değiştirilmeli, fakat yine de kalkarsa bu kez yakılması gerekir.'' Vampir vakaları 19. yüzyıla kadar mahkemelere taşınmaya devam etti. Hatta bu durum Osmanlı tarafından hala direnen yeniçerilere karşı propoganda için kullanıldı, yeniçerilerin dirilip insanları avladığı söylentileri yayıldı, mezarları talan edildi. Dönemin iki yeniçeri cadısı Ali Alemdar ve Abdi Alemdar için çözüm vampir avcısı Nikola oldu. Nikola yeniçerilerin mezarlarını açıp kalplerini söktü, söktüğü kalpleri de suda kaynattı.
Evliya Çelebi, Seyahatname'de obur isimli yaratıkları tanımlamıştır. Hatta bu yaratıkları avlayan profesyonel avcılar vardı ve şüpheli mezarları araştırırlardı. Ölünün yakınları bu avcılara para verirdi. Avcılar bozulmuş topraktan oburu tanırdı ve açtıklarında mezardaki ölünün gözlerinin kanla dolu oldu görürüldü. Ayrıca Evliya Çelebi kendinin de bizzat bu yaratığa Kafkas Dağları'nda tanık olduğunu söylemiş, köylülerin bu yaratığı yakma şeklini de açıklamıştır.
Osmanlılar savaş alanında da vampirliğe tanık oldu. En iyi bilinen batı örneği hiç şühesiz III. Vlad yani bilinen adıyla Kazıklı Voyvoda. Romanya'nın kahramanı olarak Osmanlı ile savaştı, hristiyan haçlı seferlerini yürüttü. Dahası, Vlad osmanlı sayesinde güç kazanmış, II. Murat'ın sarayında eğitim almış müttefiklerini kendi çıkarı için aldatmış ve kendi ülkesinde sadist bir rejim uygulamış biriydi ki sonradan vampir ününü de böyle edinmişti. Onun hükümdarlığında, işkenceler, yamyamlıklıklar görülürdü.
Türklere karşı savaş taktiği korkunçtu, Türk askeri gibi giyinir, orduyu içten çökertmeye çalışırdı. Bir Osmanlı memurunu zehirledi ve daha sonra çocukluk arkadaşı II. Mehmet tarafından kafası kesildi ve kesik kafası İstanbul'a gönderildi. Fakat ne yazık ki, vampir vakaları son bulmayacaktı.
On yıllar sonra, Macaristan hükümdarı Ferenc Nadasdy haçlı bayrağını kaldırdı ve Türkler'e karşı başarılı oldu. O da önceki meslakdaşı gibi insanları öldürmekten zevk alıyordu ama karısına kıyasla bu daha hiçbir şeydi. Elizabeth Bathory, zengin ve entelektüel kontes, sarayında çalışan 600 kızı öldürür ve kanlarıyla ''gençleşmek'' için banyo yapardı. 1614'te Kral Matias tarafından kaleye kapatılıp zehirlenerek öldürüldü. Her ne kadar bu üç isim de başarılı bir hükümdarlık sürse de, İslam karşıtı haçlı seferleri yürütse de hepsinin sonu hazin oldu.
Sonuç olarak, inanması güç gelse de birçok Türk ve yabancı kaynak gösteriyor ki, vampir vakaları Osmanlı'da sahiden yer aldı ve bu gerçekten de çok korkunç...
Hakkında yazdığım bu konu ilginizi çektiyse bu kitaba da bir göz atmak isteyebilirsiniz! Bir sonraki yazımda görüşmek üzere!
E-bültenimize abone ol!
Haftanın en popüler içerikleri, en çok kazananlar ve staj haberleri bültenimizde.