Amerika'yı Pandemi Döneminde Gezmek, Chicago

Seyahat/Keşif - 15 Aralık, 2020 - Okuma Süresi: 19 Dk.

15 Aralık, 2020

Amerika'yı Pandemi Döneminde Gezmek, Chicago

Pandemi döneminde Amerika'yı gezerken ilk durağımız "en Amerikanvari şehir" Chicago oldu. Chicago bu durumda turistlere ne sunuyor, hep beraber gezelim.

Merhaba!

Ben Burak Çolak. Bahçeşehir Üniversitesinde öğrenciyim. Geçtiğimiz temmuz ayında Amerika’dan Türkiye’ye döndüm ve eylül ayında sinema ve televizyon bölümünde eğitime başladım.

Bölge bölge anlatmaya başlamadan önce hangi şartlarda gezdik, bu şartlar altında olmasak nasıl bir gezi bizi bekliyor olurdu bunlardan söz etmek istiyorum. Hepimizin takip ettiği üzere ABD koronavirüs vakalarında ipi göğüslemiş vaziyette. Burada aklınıza şu soru gelmiş olabilir: Durum böyleyken ülkeyi gezmeye nasıl kalkarsınız? Bunu da şöyle yanıtlamak gerekirse, kendi imkânlarımla bir daha belki çok sonra görebileceğim yahut hiç göremeyeceğim bir yerdeyken kendimizi savunabileceğimiz maksimum düzeyde önlemlerimizi alarak bunu yaptık. Haberlerde hepimiz görüyoruz, oradaki insanların nasıl maskesiz gezdiğinden, virüse nasıl karşı geldiğinden bahsediliyor. İşin aslıysa şu, önleminizi almadan servis alamıyorsunuz. Havalimanında olsanız bile kriterleri karşılamadığınız sürece (bu kriterlerden kastım maskenizi takıyor olmanız, ateş ölçümü esnasında bir terslik olmaması, vb.) sizi güvenlik noktasının arkasına sokmayacaklardır, gibi. Geçirdiğimiz bu hastalık henüz pandemi ilân edilmemişken, uçak seferleri hâlâ varken 2020 Ocak ayında, Nisan’da uçacak şekilde Kaliforniya’ya çift yön bilet almış, 300$ ödemiştim. Tabii bu seferler o günün koşullarında gerçekleşmeyince biz de iademizi almıştık. Mart ayından haziran ayının ortasına kadar DC’de, arkadaşlarımla beraber yurtta derslerimize bağlandık, bazı zamanlar bisiklet sürmek ve temel ihtiyaçlarımızı gidermek haricinde dışarıda çok bulunmadık. Burada şunu da söyleyeyim, pandemi ilân edilmeden önce gidip gördüğümüz yerler vardı fakat en azından bu ilk yazıyı oralara ayırmayacağım.

Dönmemize bir ay kadar kala, Türk Hava Yolları Washington-İstanbul seferlerini tekrar başlatmıştı. Yakın zamanda döneceğimiz belli olunca hep beraber oturduk, düşünüp taşındık nereye, nasıl gideriz, önlemimizi nasıl alırız, uçaklar acaba dolu mu kalkıyor, başka ulaşım yolları nelerdir diye. Yukarıda bahsetmiştim, 300$’a Kaliforniya’ya çift yön bilet almıştım ocak ayında. Haziranda tekrar bilet almaya başladığımızda aynı seyahatin sadece 120$’a mâl olduğunu görünce hepimiz şaşırmıştık. Pandemi bir sürü sektörü vurdu fakat global anlamda en çok etkilenen sektörlerden biri havacılık alanıydı. Sanırım onlar da giderlerimizi nasıl kapatırız diye düşünmüş olacaklar ki gerçekten ABD’nin iç piyasasında sudan ucuz tabirini kullanabileceğiniz meblağlara uçak bileti satıyorlardı. Tabii bu konaklama sektöründe de böyle, geceliği 15 dolara kaldığımız yerler de olmadı değil. 

Rotamızı çizdik, yola çıkmaya hazırdık. Ben 12 uçak biletine yaklaşık 400$ ödedim-ki bu da bilet fiyatlarındaki uçurumu özetler nitelikte. Hazırsak hep beraber Washington, DC’den Chicago, Illinois’e uçalım. Kemerlerinizi bağlayın! 

Amerika'yı Pandemi Döneminde Gezmek, Chicago

Chicago, IL

Chicago, ABD’nin New York ve Los Angeles’tan sonra en büyük üçüncü şehri. Illinois eyaletine bağlı şehrin Michigan Gölü’ne kıyısı var ve bu kıyı boyunca kurulmuş durumda. Şehrin nabzı su kenarında atıyor. Haziranda gitmiş olmamıza rağmen bizi titreten bir rüzgârı vardı, lakabı Windy City (Rüzgârlı Şehir) gerçekten ona çok yakışıyor. 

Sabah erken saatte Washington’ın tren ve otobüs terminali Union Station’dan Amtrak’a (ülke genelinde çalışan tren firması) binip Baltimore-Washington Marshall Thurgood Uluslararası Havalimanı’na (BWI) geçtik. Havalimanı gerçek anlamda kimse yok denecek kadar boştu. Kontrol noktasında pasaportlarımız ve biletlerimiz kontrol edildikten sonra uçağın kalkacağı kapıya doğru ilerledik. Burada fark ettiyseniz herhangi bir bavul tesliminden bahsetmedim çünkü şöyle bir handikap var: Amerika’da aldığınız uçak biletlerinde bavul hakkı tanınmıyor, yanınıza sadece normal boyutlarda bir sırt çantası alabiliyorsunuz. Kamp çantası, carry-on bavul vb. kabul edilmeyecektir. Böyle bir durumda biletinizle beraber ya da havalimanlarında bavul hakkı satın alabilirsiniz. Sefer gününden önce ve online satın alım daha ucuza mâl olacaktır. Biz sadece iki gün gittiğimiz için böyle bir girişimde bulunmadık. Bu uçakta sosyal mesafe gözetilmişti, yolcular arasındaki koltuklar boştu fakat her sefer böyle olmayabiliyor.

Uçağa bindikten 2 saat sonra Chicago O’Hare Uluslararası Havalimanı’ndaydık (ORD). Bu havalimanı ABD’nin en büyük havalimanlarından biri olduğu için tabelaları düzgün takip etmeniz gerekiyor yoksa toplu taşımanın nereden kalktığını bulamayabilirsiniz, bizimki bir saat sürmüştü! Hilton Hotel’in -1. katından kalkan metroyu bulduktan sonra ulaşım kartımızı aldık ve kişi başı 5$ bir ücretle 40 dakika sonra Downtown’daydık (Biz Chicago’da havalimanına ve kalacağımız yere ulaşım haricinde yürüyerek gezmeyi tercih ettiğimiz için şehirdeki Uber, Lyft vb. araçların fiyatları hakkında bir yorum yapamayacağım).

İLK GÜN

Havalimanından Loop’a (Downtown Chicago/Chicago şehir merkezi) vardığımızda sokakları arşınlaya arşınlaya şehri gezmeye başladık. Şehrin merkezine “Loop” deniyor çünkü metro ağı buranın etrafını dört dönüyor, hem de yukarıdan. Metro, Chicago’da en yaygın toplu taşıma aracı, şehrin birçok bölgesine rahatça ulaşabiliyorsunuz. 

Loop’ta Ne Görülür

  1. Flamingo Heykeli: Alexander Calder tarafından tasarlanmış konstrüktivist heykel, kendine özgü kırmızı bir rengi vardır. 
  2. Chicago Picasso: Pablo Picasso tarafından tasarlanmış, Chicago’daki ilk en büyük kamusal sanat eserlerinden biri.
  3. Sears (Willis) Kulesi: 1998 senesine kadar dünyadaki en uzun gökdelendi. 
  4. Route 66 Başlangıç Mihengi: Route 66, 1985’e kadar ABD’nin en önemli ve meşhur otoyollarından biriydi. Chicago’dan başlayıp Santa Monica, Kaliforniya’da son bulurdu. Bu mihenkten aynı zamanda Santa Monica’da da bulunur. 
  5. Eğer Batman hayranıysanız, Loop’un tüm sokaklarını gezmek isteyebilirsiniz. Gotham City’e hoş geldiniz!

 

Kıyıya İlerliyoruz: Riverwalk ve Magnificent Mile!

Loop’tan kuzeye ilerlediğinizde karşınıza Holy Name Katedrali çıkacaktır. Bir sürü kilise var tabii, toplumun çoğunluğu Hıristiyan. Fakat Avrupa tarzı, hikâyeleri geçmişe dayanan, köklü tarihleri olan kiliseler beklemeyin. Bu kilisenin çok bilinmesinin sebebiyse mimarisi, Chicago’daki birçok şey gibi. Burayı gördükten sonra sağa dönün, kiliseyi arkanıza alın ve dümdüz ilerlemeye başlayın. Chicago’da hizmet sektörünün can bulduğu “Magnificent Mile” da vitrinlere baka baka Riverwalk’a doğru ilerleyin. Türkiye’de rastgele bir AVM’de bulunan markalardan tutun da belki ilk kez orada göreceğiniz firmalara kadar, bir mil boyunca uzanan bir bulvar burası. Aklınıza Bağdat Caddesi’ni getirebilir bu fakat Magnificent Mile üstündeki binalar çok daha estetik ve burası şehrin atardamarlarından biri olduğu için Chicago tarihinde önem atfeden yapılar. Ayrıca, dünyadaki en geniş Starbucks burada!

Riverwalk’a doğru geldiğinizde nehrin öteki tarafına geçmeden önce durup etrafınıza bakın. Tribune Tower, The Wrigley Building, NBC Building, Marina City… Chicago mimari anlamda hem ABD hem de dünyada önemli bir yere sahip olduğu için bu yapıları görmek farklı bir dünyadaymış hissi veriyor.

Şimdi karşıya geçebilirsiniz. DuSable Köprüsü üstünden Riverwalk’a ilerleyin. Şehrin hengamesine kendinizi kaptırmayı bir kenara bırakın. Bir yere oturup Chicago’luları, Chicago’yu izleyin, şehrin havasını içinizde hissedin çünkü bunu yapabileceğiniz daha iyi bir yer yok. Eğer şanslıysanız köprünün açılıp gemilerin geçişine izin verdiğini de görebilirsiniz. 

Sabahtan beri geziyoruz, artık acıkmışızdır. Peki Chicago’da ne yenir? Mimarisiyle ünlü olduğu gibi ülke genelinde bilinen birkaç yemeğin de vatanı burası. En meşhur olanıysa “deep dish pizza”. Chicago stili pizza olarak da bilinen bu yemek içi doldurulmuş pizza aslında. İçindekilerin bir sürü varyasyonu var, 3-4 santimetre derinliğinde ve kesinlikle elle yenebilecek bir pizza türü değil. Şunu belirtmekte fayda var, gerçek anlamda acıkmadan gidip sipariş vermeniz en mantıklısı çünkü pişmesi yarım saat-kırk dakikayı buluyor. Şehrin birçok kısmında yiyebileceğiniz bu yemeğin en meşhuruysa Giordano’s restoranında. Birçok şubesi var ve astronomik bir rağbet olduğu için gitmeden aramanız daha uygun, biz pandemi döneminde gitmiş olsak da restoran kısıtlamalardan dolayı normalden az masaya sahip olduğu için doluydu. Yemeğimizi yedikten sonra gezmeye devam edelim mi?  

İlk günümüzde her yeri gezmektense biraz daha şehrin akışına kendimizi kaptırarak Chicago’da yaşayan birinin arkadaşlarıyla ne yapabileceğini düşündük ve göl kıyısına gitmeye karar verdik. Bir sürü insan parklarda toplanmış kimi piknik yapıyor, kimi topunu getirmiş oyun oynuyor, kimi kıyıya oturmuş ayaklarını suya sokuyordu. Biz de yayıldık çimenlere, yarın ne yapabileceğimizi planladık, gün batımını izledikten sonra metroyla kişi başı 2,5$’a kalacağımız yere gittik. 

Amerika'yı Pandemi Döneminde Gezmek, Chicago

İKİNCİ GÜN

Sabah kaldığımız yerden ayrılıp şehir merkezine doğru yola çıktık ve Chicago’nun asıl bilindik noktalarına doğru ilerledik. Kahvaltı yaptıktan sonra-ki bu bildiğimiz Türk kahvaltısı değil, kahve ve bagel’dan (Amerikanvari açma-simit türü bir hamur işi) ibaret- ilk durağımız, Millenium Park. Bu park, Chicago’nun en çok turist çeken bölgesi olarak biliniyor ve bir parktan ziyade bir kompleks olarak görülebilir. İçinde bulunan sahneler, meydanlar ve şehrin diğer parklarına yaya bağlantılarıyla devasa bir alan kaplıyor. Bu parkta görebileceğiniz en meşhur iki şeyse The Cloud Gate, takma adıyla The Bean, ve Crown Çeşmesi.

Parka çıkan sokaklarda dolanıyor olmamıza rağmen içeri bir türlü giremiyorduk. Her ne kadar Chicago talihli zamanlarından birinde olmasa da belediye işe el atmış ve giriş çıkışları sadece iki yöne vermiş. Parka girmeden önce görevliler herkesin maskeyle dolaştığını garanti altına aldı ve gezmeye öyle başlayabildik. Biri maskesini indirmeye kalksın, yanında hemen vasıflı biri bitiveriyordu. Şehir yönetimi, parkın giriş çıkışlarını indirgemekle kalmamış, aynı zamanda bazı bölümlerini ziyarete kapatmıştı da. O yüzden buradan, genel olarak çoğu yerde olduğu gibi, istediğimiz verimi alamayacağımızı anladık ve yolumuza devam ettik.

Eminim ki çoğumuz The Cloud Gate’in fotoğrafını en az bir defa görmüşüzdür. Fasulyeye benzeyen şekli, The Bean, ve reflektif yapısıyla, The Cloud Gate, turistleri kendine çekiyor bu yapı. Normal şartlarda bu heykelin etrafını turlayabiliyor, altından geçebiliyor ve ona dokunabiliyorsunuz fakat koronavirüs önlemleri çerçevesinde etrafını bariyerlerle çevirdikleri için biz uzaktan bakmakla yetinebildik. Eski normalde selfie çekmek için en güzel noktalardan biri olduğu söyleniyor. Umarım bunu ikinci baharda deneyimleyebilirim. 

Amerika'yı Pandemi Döneminde Gezmek, Chicago

Diğer atraksiyon noktasıysa Crown Çeşmesi. Bu çeşme, birbirine bakan yüzlerinde video oynatılan iki dikdörtgen prizmadan oluşuyor. Videolarda, yüzleri bir mimikten ötekine bürünen insanlar var ve su sanki ağızlarından çıkıyormuş da birbirlerine su püskürtüyorlarmış izlenimi verilmiş. Çeşmenin insanla arasındaki bağlantıyı engelleyen hiçbir şey yok, suyun altına geçip gönlünüzce eğlenebilirsiniz! En azından bizim, oraya gitmeden önce bildiğimiz buydu fakat vardığımızda gördük ki belediye püskürtme işini en azından o zaman için askıya almış. Hevesimiz iyice kırılınca buraya gece tekrar gelmeye karar verdik ve diğer destinasyonumuz Navy Pier’e geçtik.

Navy Pier, şehir merkezinin kuzeyinde yer alıyor. Chicago’nun takma adı “Rüzgâr Şehri” nin nereden geldiğini anlayabilirsiniz çünkü fena esiyor! Navy Pier, rekreasyon alanı olan bir iskele aslında. Buradan bir tekne turuna katılabilir, buradaki eğlence merkezinde şahane bir gün geçirebilir, Chicago manzarasını arkanıza alıp fotoğraf çekebilir, mekânlardan birine oturup keyifli bir gün geçirebilirsiniz. Tekne turları Michigan Gölü’ne açılıp Chicago’yu uzaktan fotoğraflamanız, sonrasında nehre bağlanıp şehir içine girdiğinizde Riverwalk’un atmosferini farklı bir biçimde solumanız için mantıklı bir fırsat fakat öğrenci bütçemiz buna izin vermedi. Yanlış hatırlamıyorsam 25-30 dolar kadar bir fiyat sunmuşlardı. Bu turlar tarifeli, daha uygun fiyatlılarınıysa biz kaçırmışız. Bunların haricinde kocaman bir dönme dolap da var (Ferris Wheel). Buna niyetlenmiş olsak da -yine, koronavirüs önlemlerinden dolayı kapatıldığından- binememiştik. 

Navy Pier’den ayrılmadan önce yakınlardaki bir plaja gidip dinlenecektik. Evet, yanlış okumadınız. Chicago’nun bir okyanusa kıyısı olmayabilir fakat insanlar Michigan Gölü’nden en yüksek seviyede faydalanıyor. Üstelik gitmek üzere olduğumuz Ohio Street Beach şehirdeki tek kumsal değil, şehirde bir sürü kumsal halkın kullanımına amade. Eğer ki burada yüzme şansınız olursa Türk suları gibi bir şey beklemeyin çünkü bu göl bir tatlı su gölü, yüzerken dikkatli olmakta fayda var. Sahile vardığımızdaysa boylu boyunca çekilmiş bariyerler bizi karşıladı. Hayal kırıklığımızı sessiz sessiz, gölü izleyerek bastırmaya çalıştık ve gerisingeri şehrin güneyine doğru yürüdük. Bir sonraki durağımız Grant Park.

Grant Park gölün kıyısında kocaman bir alan teşkil ediyor. Pier’den buraya yürüyorken Millenium Park’a tekrar uğradık ve Grant Park’a yaya bağlantısı sağlayan, Chicago’nun önemli eserlerinden biri BP Köprüsü’nden geçtik. Bir üst geçit olarak planlanmış bu yol dekonstrüktivist mimar Frank Gehry tarafından tasarlanmış. Bir noktadan diğerine dümdüz gitmektense sanki havada süzülüyormuş izlenimi veren bu köprü, Chicago’nun merkez parklarını görüntülemek için gerçekten uygun bir lokasyon.

Grant Park’ta görülmesi gereken şey ilgi çekici heykelleriyle Buckhingam Çeşmesi ve etrafına kurulmuş bahçeler. Yaklaşık yüz yıllık bir tarihi olan bu yapı Fransa’da bulunan Versailles Sarayı’ndaki Latona Çeşmesi’nden ilham alınarak yapılmış. Maalesef biz gittiğimizde su akmıyordu, bunu da böylelikle kaçırmış olduk. Oyalana oyalana günü gece yapmaya çalışıyorduk çünkü önceden edindiğimiz bilgilere göre, buradan sonra gideceğimiz yer Chicago’nun gece silüetini en ihtişamlı şekilde göreceğimiz yerdi. Kameralarımızı hazırladık ve Northerly Adası’na geçtik.

Buranın bir ada olduğuna bakmayın, kara bağlantısı sağlanmış bir alan aslında. Kumsalı, yat limanı, doğa tarihi müzesi, akvaryumu ve planetaryumuyla kocaman bir kompleks. Aynı zamanda Museum Campus olarak adlandırılan bu ada, şehre gelen herkesin en az bir kez uğradığı bir yer. Pandemi kısıtlamaları çerçevesinde buradaki her yer kapalı olduğundan herhangi birini ziyaret etme fırsatımız maalesef olmadı. En güzel manzarayı yakalamak için planetaryuma doğru ilerlerken yolda karşınıza iki tane heykel çıkacak: ilki şehrin Çek sakinlerince inşa ettirilmiş, 19. yy.da yaşamış Çek yazar Karel Havlíček Borovský; diğeriyse dünyaca bilindik astronom Kopernik’in heykelleri. 

Akşam olmuş, güneş yerini aya bırakmıştı. Kulaklıklarımı taktım, en sevdiğim şarkıyı açıp kendimi Chicago’nun rüzgârına ve şehrin ışıklarına bıraktım. Dalgalar kıyıya her vurduğunda ayrı bir ziyafet sunuyordu gölün suyu. Kendime yeterince vakit ayırdıktan ve epeyce dinlendikten sonra fotoğraf faslı başladı. Gökdelenlerin ışığı gökyüzüne çarptıkça, göle yansıdıkça daha güzel; biri diğerinden, diğeri ötekinden çok hoşuma giden görüntüler yakalıyordum.

Amerika'yı Pandemi Döneminde Gezmek, Chicago

Buradan ayrılıp en yakın metro istasyonuna geçmeden önce şehrin meşhur stadyumu Soldier Field’ı da görmek istedik. Üstelik, olduğumuz yerin tam karşısındaydı! Amerika’nın en eski stadyumlarından biri olan bu yapı, Amerikan Futbolu Ligi’ni takip edenleriniz bilir, Chicago Bear’s’ın yuvası. Dış görünümüyse bir stadyumdan çok daha farklı. Eski gladyatör sahaları gibi bir hava vermek istenmiş ki binanın etrafı bir Roma tiyatrosundaymışsınız izlenimi veriyor. 

Bununla birlikte Chicago’da görmek istediğimiz birçok yeri görmüştük. Şehir bu kadar mı diye sorarsanız, kesinlikle bu kadar değil. Alınan önlemler sebebiyle müzeler, seyir terasları vb. yerler kapalı olduğundan biz oralara hiç uğramadık. Sadece, belki bir ihtimal Hard Rock Café açıksa diye oraya gittik, o kadar. 

Bu geceyi havalimanında geçirip sabaha karşı ilk uçakla Washington’a dönecek şekilde yapmıştık planımızı. Akşam orada yemek yeriz diye düşündüğümüzden bir şeyler atıştırmadan ORD’ye metroyla geçtik. Yazımın başında da söylediğim gibi ORD, ABD’deki en büyük havalimanlarından biri ve normal şartlarda 24 saat işleyen bir havalimanı. Gece 12 gibi havalimanına vardığımızda, sabah altıya kadar uçuş olmadığından dolayı güvenlik noktalarının dörde kadar kapalı olduğu ve check-in bölgesinde beklememiz gerektiği söylendi. Gece dörde kadar aç açına uyur uyanık vaziyette bekledik ve vakti geldiğinde alana girdik. Ancak burada da şöyle bir sıkıntı vardı ki uçuş sıklığı fazla olmadığından birkaç yer açıktı. Bir Amerikan klasiği olan McDonalds’tan yemeklerimizi aldık ve karnımızı doyurduktan sonra uyku moduna geçtik. Buradaki havalimanlarında fiyatlar ülke genelindeki piyasaya göre neredeyse hiç fark etmiyor diyebilirim, bu yüzden yemeği “normal şartlarda” havalimanlarına bırakabilirsiniz. 

Uçuş saatimiz geldiğinde yerlerimize oturduk fakat bu uçuşta herhangi bir sosyal mesafe gözetilmemişti, Chicago’ya gidiyorken sosyal mesafenin olup da oradan dönerken bunun uygulanmamasını açıkçası biraz garipsemiştim. 

Uzun lafın kısası, bu şartlar altında ABD’nin en büyük üçüncü şehri Chicago’yu en güvenli ve en verimli şekilde dolaştık. Chicago’yu çok sevdik ve oraya doyamadan evimize döndük. Bundan sonraki yazımda Güney Florida’da buluşmak üzere. Sağlıcakla kalın!

Amerika'yı Pandemi Döneminde Gezmek, Chicago

Haftalığın PeP'te!

İlk 15'a giren her içerik ile 200 TL kazan!

En popüler yazar sen ol!

Okunma puanını artır, kazan!

Liderlik Tablosu'na göz at!

Bu haftanın en çok okunanları.

E-bültenimize abone ol!

Haftanın en popüler içerikleri, en çok kazananlar ve staj haberleri bültenimizde.

Gizlilik Sözleşmesi'nde belirtilen hüküm ve koşulları kabul ediyorum.