Van Gogh'un Bazı Küçük Sırları
Kültür ve Sanat - 18 Aralık, 2020 - Okuma Süresi: 5 Dk.
18 Aralık, 2020
Kredi: Kulağı Bandajlı Otoportre
Ünlü ressam Van Gogh’un Kulağı Bandajlı Otoportre'sini hayatınız boyunca en az bir kere görmüşsünüzdür. Peki bu tablonun neden bu kadar ünlü olduğunu hiç merak ettiniz mi? Bunun en büyük sebebi elbette Van Gogh’un kulağını kesme hikayesinin çok ünlü olması. Olaydan kısa bir süre sonra yapılmış olan bu tablo, bu trajediden geriye kalan en büyük miras. Fakat bunun yanı sıra gizemlerle dolu bu eserin her detayı ünlü ressama dair ayrı bir hikaye anlatmakta. Arka plandaki şövale neden haç işaretine benziyor? Duvardaki Japon baskının orada ne işi var? Ve en önemli soru: Van Gogh neden kulağını kesti? Bu yazıda bu sorulara yanıt vermeye çalışacağız.
Vincent Van Gogh Paris’te geçirdiği verimli yılların ardından 20 Şubat 1888’de güney Fransa’da bulunan Arles şehrine geldi. Burası Paris’in aksine küçük ve pis bir şehirdi.
Japon sanatına büyük ilgisi olan Van Gogh, Japon Budist topluluklarından ilham almış ve burada kendi ressam topluluğunu kurmak istemişti. Birçok ressamı davet etmesine rağmen Vincent'a katılan tek kişi daha sonraları ona düşman olacak Paul Gauguin'ydi.
Peki Vincent Van Gogh, Fransa'da çok daha iyi şehirler bulunmasına rağmen neden yaşam kalitesinin düşük olduğu Arles’ı seçti?
Arles, kadınlarının güzelliğiyle meşhurdu. Fransa’nın en güzel kadınlarının burada yaşadığı söylenirdi. Artistik amaçlarının yanı sıra Van Gogh sevginin de peşine düşmüştü. Ancak buraya büyük umutlar ve hayallerle gelen Van Gogh, gerçeklerle yüzleşince büyük bir hayal kırıklığına uğradı.Bu kadınlar gerçekte sert görünümlü ve huysuzdu, aynı zamanda Van Gogh ile ilgilenmiyorlardı. Bu durum ünlü ressamın sevgi ihtiyacını genelevlerde gidermesine sebep oldu.
Poz vermesini istediği kadınlar bile Vincent’ı reddediyordu. Gauguin ile sık gittikleri bir mekan olan Cafe de la Gare’da Marie Jullien adlı bir kadın ile tanışıp onu resmetmek için uzun süre çabaladı. Vincent’ın isteğini aylarca kabul etmeyen kadın, daha deneyimli ve kadınlarla arası daha iyi olan Gauguin’in talebini hemen kabul etmişti. Vincent ancak Gauguin'den sonra izin alabildi ve iki ayrı portre ortaya çıktı.
Gauguin ile Vincent arasındaki bu farklılıklar ve ayrıca sanat alanındaki görüş ayrılıkları ikili arasındaki gerginliği tetikledi. Aynı zamanda yaşadığı maddi sıkıntılar ve çeşitli hayal kırıklıkları sebebiyle Vincent'ın mental sağlığı kötüye gidiyordu. En sonunda Gauguin ile ciddi bir kavgaya girdi ve bir gece onu bıçak ile kovalamaya başladı.Trajedi, eve dönüp kendi kulağını kesmesi ve daha sonra kulağı bir peçeteye sarıp Rachel adında bir fahişeye vermesi ile sonuçlandı.
Bu gizemli olayın sebebine ilişkin birçok teori bulunmakta. Bunlardan belki de en ilginci, o dönem yapılan boğa güreşleri ile bağlantılı. Vincent, evinin çok yakınındaki bir arenada yapılan bu boğa güreşlerinin sıkı takipçisiydi. Öyle ki buna tablolarında bile yer vermişti.
Bir gelenek olarak turnuva sonunda güreşi kazanan matador, öldürülen boğanın kulağının kesilip verilmesiyle ödüllendirilirdi. Matador bir süre elinde boğa kulağıyla ringi dolaştıktan sonra, onu seyirciler arasında gördüğü en güzel kadına verirdi.
Sembolik olarak baktığımızda Vincent’ın durumu da tıpkı buna benziyor. Vincent belki de kendini bir savaş kurbanı olarak görüyordu. Aşkı bulmaya geldiği bu şehirde tek bulduğu acı ve yenilgiydi.
Resimde arka planda bulunan şövalenin haç şekline benzemesi tabii ki tesadüf değil. Van Gogh’un babası Hollanda Kilisesi'nde papazdı, dolayısıyla dini bir atmosferde büyümüştü ve bu konuda oldukça bilgiliydi. Van Gogh, kendisini birçok açıdan İsa Peygamber ile bağdaştırıyordu. Buna en büyük kanıt ölü İsa'yı resmettiği ''Pieta'' isimli tablosunda İsa'nın yüzü yerine kendi yüzünü çizmesidir.
Vincent, kendi dertlerini İsa’nın dertlerine benzer görüyordu. Kulağı kesildikten sonra çocuklar Van Gogh’u taşlamaya başlamış, hatta önceden onu seven Arles sakinleri onun şehirden atılması için imza toplamıştı.Tıpkı İsa gibi reddedilmiş, dalga geçilmiş ve hor görülmüştü. Tablodaki şövalenin tüm bunları sembolize ettiğini söylemek yanlış olmaz.
Duvardaki Japon baskısı ise dikkatlerden kaçmayacak önemli bir detay. Van Gogh, pek çok sanatçı gibi Japon sanatına ilgiliydi. Japon baskısı koleksiyonu yapıyordu ve bunlar onun ana ilham kaynağıydı. Bu tabloda resmettiği baskı da onun koleksiyonunda bulunan, Sato Torakiyo adlı Japon sanatçıya ait gerçek bir parça.
Bu Japon baskısı, tablodaki İsa referansını destekleyen önemli bir detay. Baskıdaki üç geyşa (dansçı ve şarkıcı japon kadını) İncil’de yer alan Meryem isimli üç karakteri temsil ediyor. Peter Paul Rubens’ın ''Çarmıhtan İniş'' isimli tablosunda İsa'nın ayak ucunda resmettiği bu üç Meryem’den Van Gogh için en önemlisi Mary Magdelene’di. İncil’de İsa’nın sevgilisi olarak geçen Mary Magdelene’in bir fahişe olduğuyla ilgili efsaneler tarih boyunca yayılmıştı. Van Gogh’un fahişelere olan düşkünlüğü ve onları kutsal figürler olarak görmesinin sebebi de bu kadındı.
Van Gogh, sanatıyla olduğu kadar özel yaşamı ile de her zaman gündemde olmaya devam edecek. Onun sıradışı dehası eserlerini benzersiz kılsa da kendi yaşantısını oldukça zorlu bir hale getirmişti. Otoportresinde yer alan bazı sırlar onun hem sanatına hem de trajedisine işaret etmesi bakımından son derece çarpıcı.
E-bültenimize abone ol!
Haftanın en popüler içerikleri, en çok kazananlar ve staj haberleri bültenimizde.