Olmak Kavramı ve Kadın
Kültür ve Sanat - 26 Nisan, 2021 - Okuma Süresi: 4 Dk.
26 Nisan, 2021
Erich Fromm’un kaleminden “Sahip Olmak ya da Olmak” kitabından kazandığım yeni bakış açısıyla toplumdaki kadın ve erkek algısı üzerine bir ayna tutmak istedim. Gelin hep birlikte o aynaya bakıp birbirimizi görüp eşitlik yolunda beraber yürüyelim.
Yakın zamanda okuduğum Erich Fromm’un kaleminden “Sahip Olmak ve Olmak” kitabı beni yaşamlarımız hakkında sorgulamaya itti. Kitapta bu iki kavram farklı alanlarda ele alınarak derinlemesine incelenmiş ancak benim şu sıralar daha da ilgilendiğim toplum içerisinde kadına yönelik "sahip olmak" temeline dayanmış hastalıklı bakış açısı...
Öncelikli olarak bu iki kavramı karşılaştırmak gerekirse sahip olmak mala, mülke, şöhrete, insana, hayvana, bitkiye, bilgiye şeklinde daha fazlasını sıralayabileceğimiz şeylere hâkimiyet kurmak, ele geçirmek ve tüketmek anlamına gelir. Olmak ise bunun tam tersidir. Olmak ilkesinde ele geçirmek, hâkimiyet kurmak veya sömürmek yoktur. Olmak ilkesinde yaşatmak, büyütmek ve sevmek vardır. Her şeyi kendi haliyle sevmek vardır.
Dünya üzerinde kadınlara yapılan baskıların ve engellemelerin bir sebebi de bence erkeklerin kadınları sahip olunacak bir şey olarak görmeleridir. Bir birey olarak değil onları doğuran anne, birlikte büyürken sahip olmayı ilk öğrendikleri kız kardeşleri ve teselli aramak, aşık olmak ya da kendilerini eğlendirmek için sevgililer olarak görürler. Bu hastalıklı bir bakış açısıdır. Bu kadını, onun duygularını, ihtiyaç ve isteklerini yok saymaktır. Onları görünmez kılmak demektir. Kadınlar da erkekler gibi bu toplumun bireyleridir. Geriye kalan tüm tanımlamalar toplumdaki akrabalık ilişkilerinin getirmiş olduğu veya tercih edilebilen birer rol ve tanımlamadır. Kadın kadındır.
Yukarıda bahsettiğimiz bakış açısı elbette tüm erkekler için de geçerli değildir ancak maalesef üzerinde konuşup çözüme kavuşturmamız gerekecek kadar çok erkek için geçerli…
Bu sorunun temelinde okuduğum kitaptan geliştirdiğim bakış açısıyla toplumlarda, kültürel ve dini açılardan erkeklere yapılan baskıların da payı olduğunu düşünüyorum. Erkeğin biyolojik yapısını bir kenara bırakıp baktığımızda kültürel olarak ne kadar baskı altına olduklarını görebiliriz. Eski tarihlerden beridir mal varlığı, eşi, çocuk sayısı veya güçlü, koruyucu, muhtaç olunan gibi kalıplaşmış figürler halinde kültürün getirmiş olduğu hasta bir bakış açısı altında ezilmek durumundadırlar. Bunun karşısında da kendini toplumun ona verdikleri ve atfettikleri ile değerli ve güçlü hissetmeye başlamasından kaynaklanan dayanaksız bir özgüvene sahip olurlar. Ancak bu, temeli sahip olmak üzerine oluşmuş bir özgüvendir. Onların olduğunu zannettiği şeylerin aslında onlardan bağımsız olduğunu fark ettikleri anda da özgüvenleri ve toplum tarafından şişirilmiş egoları paramparça olur.
Fakat olmak ilkesine göre bir kültür geliştirebilirsek bence bu kadın ve erkek için eşit ve yaşanabilir bir dünya kurabilmemize yardımcı olacaktır. Erkeğin kadın üzerinde hakimiyet kurmaya çalışmadığı, olmak ilkesine dayalı bir sevgi sayesinde gelişimine engel olmadığı aksine yanında yürüdüğü ve desteklediği; aynı şekilde kadının da erkeğin omuzlarına istenmeden bırakılmış yüklerini birlikte paylaştığı bir toplum kurabiliriz. Bunu ancak birlikte yapabiliriz.
Bu konu üzerine daha çok düşünmeli, yazmalı ve konuşmalıyız. Şimdilik cümlelerimi bana umut veren bir alıntı ile tamamlamak istiyorum.
İşte önümüzde upuzun bir yol, belki de binlerce kilometre. Yola çıkmış olan kadın henüz bir kilometreyi bile katetmemiş. Daha ne kadar yürümesi gerektiğini bilmiyorum ama biliyorum ki tüm engellere rağmen geri dönmeyecek. Üstelik bu yolda yalnız yürümüyor.
E-bültenimize abone ol!
Haftanın en popüler içerikleri, en çok kazananlar ve staj haberleri bültenimizde.