Modern Türk Öykücülüğü'nün Babası: Ömer Seyfettin
Kültür ve Sanat - 06 Aralık, 2021 - Okuma Süresi: 3 Dk.
06 Aralık, 2021
Pembe İncili Kaftan, Kaşağı, Falaka… Hepimizin hikayeleriyle tanıdığı Milli Edebiyat Akımı’ nın kurucularından Ömer Seyfettin’in hayatını daha yakından incelemeye ne dersiniz?
11 Mart 1884’ te Balıkesir’ in Gönen ilçesinde dünyaya gözlerini açan Ömer Seyfettin okul hayatına önce Mekteb-i Osmanî'ye, 1893 ders yılı başında da Askerî Baytar Rüştiyesi'ne kaydedilerek başladı. Bu okulu 1896'da tamamlayarak Edirne Askerî İdadîsi'ne devam etti. 1900'de İdadî'yi bitirerek İstanbul'a döndü. Burada Mekteb-i Harbiye-i Şahâne'ye başladı.
Mezuniyetinden sonra farklı ordularda görevlendirilen yazarın ilk başyazısı Selanik'te çıkarılan Genç Kalemler dergisinde yayınlanan Yeni Lisan isimli makalesidir. Bu makale aynı zamanda Milli Edebiyat Akımı’nın başlangıç bildirgesidir. Bu akımın öncülüğünü Ziya Gökalp ve Ali Canip Yöntem ile birlikte yapan yazar Türkçe’mizin yabancı kelimelerden arındırılarak kendi kurallarına göre kullanılması gerektiğini savundu ve eserlerinde yalın, halkın anlayabileceği bir dil kullanmayı tercih etti.
Balkan Savaşı'nın başlamasıyla Yanya Kuşatması’nda 1 yıllık esarete maruz kalan Ömer Seyfettin bu süreçte birçok okuma yapar ve yazarlık hayatındaki birçok tecrübeyi bu dönemde kazanır. Ülkemizde Maupassant tarzı öykücülük olarak da bilinen olay hikayeciliğinin kurucusudur. Eserlerinde realizmin izlerine sıkça rastlamakta ve hikayelerinin sonunun sürpriz şekilde bittiğini görmekteyiz.
1914’ te Kabataş Lisesi’ne öğretmen olarak atanır ve ölümüne dek bu görevi sürdürür. Ölümü ise maalesef çok trajik bir şekilde gerçekleşmiştir. O dönemlerde insülin ve şeker hastalığı bilinmiyordu ve Ömer Seyfettin 1920’de tam da bu hastalıktan dolayı hastaneye yatırılmıştı. Giderek zayıflayan ve güçten düşen yazara doktorlar bol bol meyve yemesini ve üzüm hoşafı içmesini önerdiler. O günün tıbbi şartları bu önerinin tamamen yanlış olduğunu anlamaya yetmiyordu. Hastaneye kaldırıldıktan 2 gün sonra henüz 35 yaşında iken hayata veda etti.
Hastanede onu tanıyan kimse olmadığı için tıp öğrencileri onu sahipsiz bir ölü sandılar ve bedenini bir kadavra olarak kullandılar. Bu anların görüntüsünün gazetede paylaşılması üzerine onu tanıyan arkadaşları ve sevenleri hastaneye koştular fakat her şey için çok geç kalınmıştı. Daha sonra yapılan otopsi ile de hastaneye yatırılmadan önce beyin kanaması geçirdiği anlaşıldı. Mezarı ise ilk olarak Kuşdili, Mahmut Baba Mezarlığı'nda yer alırken daha sonra buranın kamulaştırılacağı gerekçesi ile naaşı Ayazağa'daki Yeni Asri Mezarlık'a defnedilmiştir.
E-bültenimize abone ol!
Haftanın en popüler içerikleri, en çok kazananlar ve staj haberleri bültenimizde.