Modern Toplumsal Tahayyüller
Kültür ve Sanat - 04 Ocak, 2021 - Okuma Süresi: 14 Dk.
04 Ocak, 2021
Kredi: JotDown
Bu çalışmada Charles Taylor’ın modernlik eleştirisi ve modernliğe getirilen yanlış yaklaşımlara bakış açısı ele alınmaya çalışılmıştır. Bununla beraber modernliğin getirdiği yeni ahlak düzeni ve bu düzenin toplumsal tahayyül biçimlerine getirdiği yenilikler açıklanmıştır. Ayrıca modernliğin farklı biçimlerinin olduğu ve modernliği tekil olarak ele almanın ortaya çıkaracağı yanlış sonuçlar anlatılmaya çalışılmıştır.
Giriş
Kanadalı düşünür Charles Taylor, Modern Toplumsal Tahayyüller isimli kitabında modernliğe farklı bir bakış açısı getiriyor. Benedict Anderson’ın Hayali Cemaatler kitabından ve Jürgen Habermas’tan faydalanan Taylor, modernliği gereğinden fazla savunanların ve modernliğin getirdiği yenilikleri reddeden ya da hafife alınların modern çağı anlayamadığını belirtir. Taylor, modernliği düşünürken yapılan en büyük hatanın tek bir modernlikten bahsedilmesi olduğunu söyler. Tekil bir modernlik düşüncesinden bahsedilmesi, onun batıya özgü kuramlarla kavranmaya çalışılması demektir. Bu sebeple Taylor, Batı modernliği dışında farklı modernliklerin de varlığından söz eder. Taylor’ın amacı Batı modernliğinin yükselişinin ardında yatan toplumsal tahayyül biçimlerini incelemektir.
Taylor burada kuram kelimesi yerine ‘tahayyül’ kelimesini kullanmayı tercih eder, çünkü sadece belirli bir kesime değil, toplumun tamamına yönelmek ve herkesin toplumsal çevresine tahayyül edişine odaklanmaktır. Ayrıca kuram yokken toplumsal çevreyi tahayyül etme biçimi vardı. Bu sebeple toplumsal kuram yerine toplumsal tahayyül teriminin seçilmesi; daha geniş kitleye ulaşmayı ve toplumsal dönüşümün daha etraflıca analiz edilmesini sağlamıştır.
Bu yazıda Taylor’ın Modern Toplumsal Tahayyüller kitabı çerçevesinde, Taylor’ın modernliğe bakışı ve buna karşı getirdiği eleştiriler ele alınacaktır. Ayrıca modernliğin getirdiği yeni ahlak düzeni ve bu düzenin ortaya çıkışını yaratan gelişmeler açıklanmaya çalışılacaktır.
Modernlik ve Ahlâk Düzeni
Modernliğin tanımıyla kitabına giriş yapan Taylor daha sonra, modernliğin getirdiği yeni ahlak düzenini, Grotius ve Locke gibi doğal hukuk kuramcıları üzerinden tanımlar. Modern düzen fikri çeşitli etik fikirlerle ilişkili olsa da asıl ortaya çıkışı modern doğal hukuk kuramının getirdiği siyasi ve ahlaki düzen anlayışıyla kurulmuştur. Doğal hukuk kuramcılarının öncü ismi Grotius, hukuka yeni bir boyut getirmiş ve onu Tanrı iradesinden bağımsız bir şekilde konumlandırmıştır. “Grotius, siyasi toplumun temelindeki normatif düzeni onu oluşturan üyelerin doğasına dayandırır. İnsanlar akılcı, barış zamanında müşterek menfaatleri uğruna iş birliği yapmaya gönüllü, ilişki kurabilir faillerdir”. Grotius’un bu düşüncesine göre toplum, belirli bir ahlaki düzen çerçevesinde bir araya gelerek siyasi bir varlık oluşturan bireylerden ibarettir. Bu ahlaki düzen doğadan gelir ve insanların birbirine karşı sorumlulukları vardır. Bu ahlak düzeninin insanların güvenlik ihtiyacını en çok hissettiği doğadan gelmesi sebebiyle insanlar ortak bir karara vararak birbirlerine karşı belirli ahlaki sınırlar koyarlar. Grotius’un bu kuramı sonucunda siyasi meşruiyet insanların ortak rızasına dayandırılır fakat bu kuram hükümetlerin varlığını ya da yetkilerini sorgulamak için ortaya atılmamıştır. Aksine bu kuramın amacı devlete karşı çıkarılan isyanların nedenlerini ortadan kaldırıp, zaten bu hükümetin halkın rızası sonucu ortaya çıktığını kabullendirmektir.
Siyasi meşruiyetin rızaya dayandırılması, var olan hükümetin egemenliğinin sorgulanması için değil, aksine, egemenliğinin güçlendirilmesi ve meşruiyet temelinin sağlama alınması için ortaya atılmıştır. Locke'a kadar bu durum böyle idi. Locke ise bu kurama hükümete başkaldırı ya da onu sınırlama hakkını eklemiştir. "İktidar karşısında cidden hak iddiasında bulunulabilecektir artık". Bunu da çalışkan ve rasyonal insan başarabilecektir. Bu sebeple insan çalışkan ve rasyonal olmalıdır. Çünkü Tanrı’nın ona verdiği akıl ve disiplin yeteneği ile birlikte insan, yaşadığı düzeni değiştirme ve geliştirme kudretine de sahiptir. “Disiplin ve ilerleme etiği, bizatihi Tanrı'nın tasarladığı doğal düzenin bir gereğidir. Düzenin insan iradesince dayatılması onun tasarımının gereğidir”. Locke’un kuramına göre insanlar siyasi toplumu oluştururken belirli bir ittifak halinde hareket ederler ve bu durum tamamen Tanrı’nın tasarımına uygun bir şekilde gerçekleşir, yani olağanüstü bir durum söz konusu değildir, her şey düzenli bir şekilde ilerler. Locke’un kötü hükümetlere karşı devrim hakkı tanıyan bu kuramı, çıkar sahiplerinin halk adına hareket ettiği iddiasında bulunarak kendi iktidarını meşrulaştırmasına sebep olmuştur, yani bu kuram ortaya çıktığı dönemdeki gibi kalmayıp, farklı çıkar gruplarının amaçlarına hizmet etmiştir.
Modernliğin getirdiği bireycilik anlayışına kapılmak pek kolay olmamıştır. Çünkü belirli bir cemaatten veya topluluktan kopup, tek başına hareket etmek ve güvenlik tehdidiyle karşı karşıya kalmak herkesin gerçekleştirebileceği bir olgu değildir. Fakat modern düzendeki bireycilik anlayışında, bir araya gelen eşit ve karşılıklı ilişkilerle kurulmuş bireyler topluluğu söz konusudur. Aslında modernliğin gelişiyle artan bireycilik anlayışıyla cemaate olan talep azalmamış, bireylerin oluşturduğu farklı bir cemaat kurulmuştur. Bu cemaati oluşturan bireylerin birbirine karşı ahklaki sorumlulukları vardır, bunlar arasında eşitlik söz konusudur ve bireyler arasındaki ilişki müşterek menfaatlere dayalıdır.
Modern ahlak düzeni, oluşturulması ve eski düzenin ortadan kaldırılması için öncelikle insanların zihninde kurulur, onlara benimsetilir ve onların tahayyül etmesi sağlanır. Bu şekilde oluşturulan modern ahlak düzeni toplumdaki mevcut kültürde hakim görüş haline gelir. Yenilik getiren ve eski düzeni değiştirmeyi hedefleyen uygulamaları kabul ettirmek ve ortaya koymak bu şekilde mümkün olmaktadır. Yeni uygulamalar öncesinde yeni bir zihin inşasını da gerektirir. Çünkü yeni uygulama, var olan düzeni bozmak ya da ona bir şey ekleyip çıkartmaktır. İnsanlar, var olan düzenin zihniyetiyle düşündüğünden yeni uygulamalara kuşkuyla bakar. Bu sebeple yeni uygulamaları gerçekleştirmek için gerekli zemini hazırlamanın yolu, mevcut düzenin zihniyetini değiştirmekten geçmektedir. Yeni uygulamaların benimsenmesi, yeni zihinlerin işidir. Nitekim geleneksel imparatorlukların yıkılması ve onların yerini alan ulus-devletlerin kurulması yeni zihinlerin inşası ile mümkün hala gelebilmiştir. Sadece düzenin kökten değiştirilmesi değil, aynı zamanda düzen içindeki değişikliklerde, yeni getirilen uygulamalarda da bu durum geçerlidir. İktidar, düzen içerisinde gerçekleştireceği birtakım değişiklikleri, halka kabul ettirmek için halkın zihnini bu uygulamaya hazır hale getirmeye çalışır. Bunun için de eğitimi, medyayı ya da milli duyguları kullanır ve sonuç olarak toplumda yeni uygulamaya hazır bir zihniyet oluşturulur.
Modern ahlak düzeninin kuruluşu eski düzenden fayda sağlayan çıkar sahipleri tarafından eleştirilmiştir. Çünkü modern ahlak düzeninin getirdiği yeni anlayış, kahramanlıkların son bulmasını ve soya bağlı ilerlemenin ortadan kalkması, kimileri tarafından eşitliğin doğacağı korkusuna yol açmış ve modern ahlak düzenine ve temsilcilerine büyük bir öfke oluşmuştur.
Yeni Düzen
Modernliğin getirdiği yeni ahlaki toplumsal düzen, eski düzendeki bazı düşünceleri, anlayışları tam tersine çevirmiştir. Eski düzende gayet normal ve sıradan olan bir şey modern ahlakın hâkim olduğu düzende radikal bir şey haline gelebilmektedir ya da tam tersi bir durum söz konusu olabilir. Eski düzendeki önem atfedilen mevkiler, anlayışlar, tarzlar, eylemler; modern düzenin gelişiyle birlikte eski değerini kaybediyor ve ondan söz edilemez bir hale geliyor. Nitekim değişen toplumsal düzenle birlikte artık eski yarı bağımsız kahraman şövalyeler değerini yitiriyor; güçlü bir eğitim alan, retoriği iyi olan, çeşitli alanlarda uzmanlık sahibi olan kişiler önem kazanıyordu. Böylece bu kişiler toplumda ve bürokraside saygın hale geliyor. Geleneksel dönemdeki savaş kahramanlıklarıyla saygı görme durumu modern döneme gelindiğinde önemini yitirmiştir. Modern dönemde savaş kahramanlarının toplumdaki yüksek statüsünden bahsedilmezken, artık toplumda saygı görenler konuşma yeteneğine sahip, konuştuğu dile hâkim ve ikna edebilen, memnun edebilen kişilerdir. Modern dönemde toplumda saygın bir konuma gelmek ya da belirli bir mevkîye ulaşmak; yılların getirdiği bir eğitim süreci ve çeşitli başarıları gerektiriyor.
Modernliğin getirdiği yeni ahlak düzeniyle birlikte artık toplumda kabul gören savaşçı özellikler değil, onun yerine hitabet yeteneği, konuşmasındaki ve eylemlerindeki incelik, kibarlık değer görmektedir. Fakat incelik ise belirli bir kesime ait bir şeydi. İncelik şehre özgü bir şeydi ve köylüler, kırda yaşayanlar ise yabani oldukları için ötekiydiler. Aslında onları yabani yapan kavim merkezli olup modern devletten uzak bir yapıda olmalarıydı. Bu durum onların şehirliler ya da şehrin inceliğine sahip insanlar tarafından küçümsenmelerine, onların geri kalmış, eğitimsiz, disiplinsiz kimseler olduğunu düşünmelerine sebep olur. Bu durumu iki farklı kültür arasındaki fark olarak ele almazlar, kültür ile vahşilik, yabanilik arasındaki fark şeklinde görülür. İncelik, insanların kendisini "yeniden biçimlendirme mücadelesini" içerir. Çünkü yenilikçi zihinlere, şehirlilere özgü bir edimdir, geleneksel bir yaşayışa sahip olanlarla uyuşmaz.
Toplumun elit kesimi, özellikle ruhban elitler, incelik uğruna, yıllardır normal bir şekilde süregelen uygulamaları ayıplanır bir hale getirdiler. Önceden herkes için sıradan olan bir gelenek şimdi rahatsız edici, göze batan, ayıp bir uygulama halini almıştı. Ruhban elitler bu tip uygulamaları şehveti artıran, paganizmin izlerini taşıyan, günaha yaklaştıran gibi özelliklerle "Hıristiyanlık dışı" ilan etmişlerdi.
Oluşturulan yeni düzende ekonomi yaşamın merkezine alınır. Çünkü para, ekonomi, bilhassa ticaret modern insanı oluşturan incelik tavrını sağlar. “Para kazanmak çıkarımıza hizmet eder ve çıkar tutkuyu denetleyip dizginleyebilir". Bu düzende çıkarlar paraya bağlıdır ve onunla şekillenir. Bu sebeple insanlar kolektif bir şekilde hareket etmek durumunda kalırlar. Yani, ekonomiye bağlı yeni düzende insanlar kolektif bir fail olarak tanımlanırlar ya da kendilerini bu şekilde görürler. Böyle düşünülmesinin bir sebebi de yaşanılan çağın demokratik olduğu hülyasına kapılmaktır. Oysa ekonomiye bağlı düzenin savunucularından Adam Smith’in iktisadi hayatı görünmez bir elle açıklaması kolektif bir failin inkârı niteliğindedir.
Ekonomi merkezli yeni düzen ortaya çıktıktan sonra kamusal alan ortaya çıktı. “Kamusal alan toplum üyelerinin, matbu veya elektronik çeşitli iletişim araçları sayesinde bir araya gelerek ya da yüz yüze görüşerek kamu yararıyla ilgili konuları tartıştığı ve böylece konular hakkında ortak bir fikir oluşturduğu varsayılan ortak bir mekandır”. Kamusal alanın önemli özelliği radikal sekülerliğidir. Buna göre toplum, ilahi bir temele dayanmaz ve çağdaş ortak eylemlerle meydana gelmiştir. Radikal sekülerlik toplumun çağdaş ortak eylemleri aşan bir şeyle ya da Tanrısal bir edimle meydana geldiği fikrine karşı çıkar. Zaten sade bir sekülerliğin ötesinde ona radikal bir özellik veren de bu karşıt tavrıdır.
Topluma Bağlı Birey
Taylor, topluma gömülmüşlüğün ve toplumla ayrılmaz bağlara sahip olmanın bir kimlik meselesi olduğunu belirtir. Toplumla ayrılmaz bağlara sahip olmak, aynı ortak kültüre sahip olmak, aynı değerler etrafında birleşmek, aynı ötekiye sahip olmak ve aynı eğitimi almakla mümkündür. Bu durum modern ulus devletlerindeki ortak kimlik oluşturma meselesiyle aynıdır. Böylesi bir durumda kişi bireyselliğini de kaybetme noktasına gelmektedir. Nitekim kişi ait olduğu topluma gömülmüş bir durumdaysa, yani, kendisini bulunduğu toplumla özdeşleştiren kimliğe sıkı sıkıya bağlıysa, onun bireyselliği, benlik duygusu sınırlandırılmış demektir. Bulunduğu toplumun bir parçası olan kişi, artık fikirlerini bulunduğu toplumdan bağımsız düşünemez ve varoluşunu toplumsal varoluş olarak tahayyül eder. Topluma gömülmüşlük bir kimlik meselesi olduğu gibi bir toplumsal tahayyüldür aynı zamanda. Yani "toplumun bütününü düşünebilme veya hayal etme biçimlerimizdir". Artık toplumdan ayrı bir tahayyül biçimi söz konusu değildir.
Her ne kadar bir birey olsa da kişi kendisini oluşturan topluma bağlı olduğunda benlik duygusuna hasret kalır. Bu durum özellikle Aydınlanmacı düşünürlerde bulunmaktadır. Zira onlar modern dönemin elit kesimini temsil ediyorlar. Bu sebeple onların benlik duygusuna ve bireyselliklerine çok daha fazla ihtiyacı var, çünkü onlar toplumun öncü kesimi. Bu durum genellikle elit kesimin ya da Aydınlanma sonrası modern kişilerin, Taylor’ın ilk din olarak bahsettiği ve kişinin benliğini ortaya koyabildiği bir din olan paganizme sempati duymasına yol açtı.
Kişi birey olsa da belirli ortak değerlerle bir araya gelmiş bir toplumun parçasıdır. Aynı zamanda toplumu oluşturan ortak değerler, belirli bir ahlak düzenini de içerir. Toplumun dışına çıkmak ya da toplum tarafından dışlanmak bu ahlak düzeni sınırını aşmakla gerçekleşir. Bazı manevi ya da ahlaki düşünceler, eylemden bağımsız düşünülemez. Genellikte mevcut ahlaki düzenin dışında olan, eylemlerinde ahlaki kriterleri göz ardı eden kişi toplumun da dışında olur. Marksizm’deki gibi toplumsal değişimleri tinsel faktörleri saf dışı bırakarak, salt iktisadi imgelerle açıklamaya çalışmak oldukça basit bir şekilde sonuca varmayı sağlayabilir. Fakat toplumsal değişimde tinsel faktörlerin varlığını inkâr etmek, toplumsal gerçekliğe aykırı olacaktır.
Kaynak: Link 1, Link 2, Link 3E-bültenimize abone ol!
Haftanın en popüler içerikleri, en çok kazananlar ve staj haberleri bültenimizde.