Kendinin En İyİ Versiyonu Olmak: Whiplash Filminden 3 Ders
Kültür ve Sanat - 07 Mart, 2022 - Okuma Süresi: 7 Dk.
07 Mart, 2022
Dünyaya geldiği ilk andan itibaren sayısız kalıp yargı ve sınırın içine doğan insan, yeniden var olmak için limitlerini ne kadar zorlayabilir? Kişinin, kendinin en iyi versiyonu olma sürecini Oscarlık bir film üzerinden inceleyeceğiz bugün: WHIPLASH.
Yaşam, içinde barındırdığı tüm kaos ve karmaşık süreçlerin ardından yürümek üzere iki yolla karşı karşıya bırakır insanı. İlki bizim için hazırlanmış olan, bize uygun görülen yoldur. Aydınlık ve olağan olan her şey buradadır. Burada ve yerli yerinde. İkinci yola baktığımızda ise karanlık karşılar bizi. Bu yolu inşa etmek de aydınlatmak da bizim işimizdir. İnsanın, bilinmezden korkan yanının birbirine kalan genetik mirasından mıdır bilinmez, karanlık hiçbir zaman tercih edilen taraf olmamıştır. Bu yüzden ayaklarımız hep ilk yola gider. Bu yolda gönderildiğimiz okullar bellidir, adıyla adımızın yakıştırıldığı meslek, eninde sonunda akşam yemeğini kiminle, hangi masada yiyeceğimiz, cesur, korkak, efendi hangi sıfatla anılacağımız bellidir. İkinci yolun karanlığında kaybolmaktansa ilk yolun aydınlığında yürümek cezbeder bizi. Seçim özgürlüğüne sahip olmadığımız bir yoldaki mutsuzluğu, sonu belirsiz, daimi özgürlüğe tercih ederiz.
Tam bu noktada, önümüzdeki yollar ve sonuçlarının yarattığı bizi, 2014 yılında yapılan özellikle caz severleri ayrıca cezbedecek bir film üzerinden konuşacağız bugün: WHIPLASH. 3 dalda Oscar olmak üzere tam 91 ödül alan bu filmden bahsederken ipucu vermemek için çabalayacağımı belirtsem de spoiler endişesi taşıyanların filmi izledikten sonra devam etmesini kötü söze maruz kalmamak adına tavsiye ederim. 😊
8.5 puanla IMDB top 250 listesinin 43. Sırasında yer almayı başaran filmimizden kısaca bahsedecek olursak hikayemiz, temelde müzik konservatuarındaki bir öğretmen (Fletcher) ve bir öğrenci (Andrew) arasında geçiyor. Filmde, kendine has, biraz sancılı (tamam bayağı sancılı) biraz eleştiriye açık öğretim yöntemleri ile öğrencilerini yetiştiren Fletcher ile yolları kesişen Andrew’in babası ile yaşadığı konfor alanından çıkarak yeni bir ben yaratma sürecini tüm gerçekliği ile 106 dakika boyunca izliyoruz. Dünyanın en iyi caz davulcularından biri olmak isteyen Andrew’in kendinin en iyi versiyonu olma sürecinde, öğretmeniyle yaşadığı diyaloglardan tutun, kendiyle baş başa mücadelesine kadar her bir birey olarak yaşamımıza entegre edebileceğimiz birçok ders var. Şimdi kendimi eğitme sürecinde, filmden çıkarımda bulunduğum ve ilke edindiğim 3 ders ile sizleri baş başa bırakırken yazının tamamen öznel görüşlerimden ibaret olduğunu belirtmek isterim. O halde başlayalım:
1-Bazen gemileri yakmak gerekir.
Filmde görüyoruz ki annesi tarafından çok küçük yaşlarda terk edilmiş, babası ve akrabaları tarafından statüsü küçümsenen Andrew’in tek tutkusu davul. Bir alanda tutkulu olduğunuzda onunla zaman geçirmek tatlıdır. Tatsızlık, tutkunun acıya döndüğü anda, kendinizi yeniden var etmeye çalıştığınızda başlar. Bilirsiniz, doğum için sancı gerekir. Andrew’in yaşadığı sancıyı, ellerini parçalayana kadar çaldığı davula bulaşan kan izlerinden görebiliriz. Trafik kazası geçirmesine rağmen yetiştiği konserden, caza daha fazla yer açabilmek için hayatından çıkardığı insanlardan, sevdiklerinden… Dönüp aynaya baktığımızda, aynı feda edişi, aynı sancıyı kendimizde göremiyorsak üzgünüm, yeni bir biz var etmek bu gidişle mümkün olmayacak. Sürekli ardına bakanlar, yolunda ilerleyecek cesareti olmayanlardır. Çünkü kişinin tutkunu olduğu şeyi bulduğunda, artık ne eski ona ne eski başarısızlıklarına/hatalarına bakmak için zamanı yoktur. Ardında, geri dönebileceği, vazgeçmesine ihtimal verecek hiçbir şey bırakmamalıdır. Bu nedenle adım bir: GEMİLERİ YAK.
2- ‘’Oldum’’ dediğin an bile sandığından çok daha fazlasısın.
Filmin ilk sahnelerinde ana karakterimizin ara sıra yaptığı atıştırmalık antrenmanlara yer verilir. Davula olan tutkusu tabiri caizse kaçık öğretmenimiz Fletcher tarafından keşfedildiğinde ise işler sarpa sarmaya, asıl film gösterilmeye başlanır. Fletcher, Andrew’i kendi orkestrasına alır, bu aynı zamanda şehrin en iyi orkestrasında çalmak demektir. O sahnede Andrew gibi yüzümüzde güller açar. Yeter sanırız, gerisi tamam. Tam tamam dediğimiz anda yarım kalmış her bir yanımız tekrar çarpılır yüzümüze. Filmde bunu Fletcher’ın gerek etik gerek etik olmayan yöntemlerle Andrew’i nasıl pişirdiğini dakika dakika seyrederken net bir şekilde anlarız. Pişmek için yanmak gerekir. Derler ki insan, en dayanılmaz noktaya geldiğini sandığında bile potansiyelinin yalnızca %40’ına ulaşmıştır. Fletcher, filmdeki unutulmaz repliğiyle bu sözü destekler. ‘’İngilizce’de aferinden daha zararlı bir kelime yoktur.’’ Birini bulunduğu konumdan dolayı takdir etmek, çıkabileceği tüm seviyelerin önüne set çekmek demektir. Bu demek oluyor ki kişi, ne aferin beklediğinde ne tek bir aferinle yola devam etmeyi bıraktığında gerçek potansiyeline ulaşması mümkün olmayacaktır. Ölmeden önce olabilecek en iyi versiyonuna sahip olmak istiyorsan adım iki: Kendini küçük tatminlerle sınırlandırmayacak şekilde eğit.
3- Dünyayı kendinden mahrum etmek de suçtur.
‘’Ben orada insanları, onlardan beklenenin ötesine zorlamak için bulunuyordum. Bunun mutlak bir gereksinim olduğunu düşünüyorum. Aksi takdirde dünyayı bir sonraki Louis Armstrong’dan Charlie Parker’dan mahrum ederiz. ‘’ der Fletcher.
Dünyaya unutulmaz bir başarı bırakma, ölse dahi hatıralarda ölümsüz olma düşüncesi bazılarının umrunda olmayabilir. Kişi hem hayatından memnun olmayıp hem de bütün bu motivasyon dünyasını saçma bulabilir. Burada sarf edilen hiçbir sözün motive etme amacı yoktur zaten. Motivasyonun beş dakikalık suni sancısı ile harikalar yaratması beklenilmez kimseden. Çünkü bilinir, gemileri yaktığı an kişinin motivasyona ihtiyacı yoktur. Kendini geri dönüşü olmayan bir yola yalın ayak iteklediği an, kendine ikinci bir seçenek bırakmadığı, ihtimalsizliği göze aldığı an motivasyona ihtiyacı yoktur insanın. Tam bu noktada ‘’Peki ama niye?’’ der insan. ‘’Ben en iyi versiyonum olmuşum, kapasitemin sınırlarını zorlamışım, elimden geleni ardıma koymamışım kime ne, bütün bu çaba niye?’’ der. Bunu duymak bana yıllar önce ilkokul öğretmenim tarafından söylenmiş bir sözü hatırlatır,
‘’Sayısız hastalığa çözüm bulabilecek zekaya, güce, tutkuya sahip olup sırf konfor alanından çıkamadığın için doktor olmamak da cinayettir.’’
Hiç ilgili olunmayan bir alandaki yeteneğin insanlık için feda edilmesi mantığından çok daha ötesi demektir bu. Sözüm, tutkusunu keşfedip ardından gitmemek için kendince sayısız sebebi olanlara. Sözüm, potansiyelini en çok kendi bakış açılarıyla sınırlandıranlara. Ve adım üç: Dünyayı kendinden mahrum bırakma.
E-bültenimize abone ol!
Haftanın en popüler içerikleri, en çok kazananlar ve staj haberleri bültenimizde.