İnsan Bilgisinin İlkeleri Üzerine
Kültür ve Sanat - 12 Temmuz, 2021 - Okuma Süresi: 4 Dk.
12 Temmuz, 2021
Bu yazıda, İngiliz filozof George Berkeley'in İnsan Bilgisinin İlkeleri Üzerine Bir İnceleme adlı kitabı değerlendirilecektir. Berkeley’in fikirlerini oluşturan temelin nereye dayandığı, neden maddeciliğe karşı olduğu ve bu düşünceye karşı sunduğu savlar ele alınacaktır. Bilhassa okuyan insan ve okumayan insan arasında yaptığı ayrıma dikkat çekilecektir.
İnsan Bilgisinin İlkeleri Üzerine adlı eser 1710 yılında İngiliz fikir adamı George Berkeley tarafından kaleme alınmıştır. Bu kitap özdekçiliğe yahut maddeciliğe karşı bir reddiye niteliği taşımaktadır. Berkeley’e göre tözler, dışsal etkenlere bağımlı olmaksızın, zihnin algılayışıyla var olan idealardır. Bu yazıda, Berkeley’de bu fikirleri oluşturan temelin nereye dayandığı, neden maddeciliğe karşı olduğu ve bu düşünceye karşı sunduğu savlar ele alınacaktır. Bilhassa okuyan insan ve okumayan insan arasında yaptığı ayrıma dikkat çekilecektir.
Berkeley, “Felsefe bilgeliğin ve gerçekliğin araştırılmasından başka bir şey değildir” (Berkeley,1996,s.13) diyerek, felsefenin tanımıyla kitabına giriş yapmaktadır. Bu tanım üzerine felsefe yapmayanların veya okumayanların “rahat ve tedirginlikten uzak” olduklarını belirtmektedir. Bu durum ‘cehalet mutluluktur’ öğretisine işaret etmektedir. Bir şeyleri bilmek aynı zamanda neyi bilmediğini görmek ve bunlar için kendini sorumlu tutmaktır. Kişi bilmediklerinden sorumlu değildir ve onlardan haberi de yoktur, yani dert edecek bir şey yoktur ortada. Alışılmış olan dayatılmıştır ona, doğuştan beri şekillendirmiştir; ancak okur kimse o alışılmış çevreyi sorgulamaya başlamakta ve dayatılan kalıpları yıkmak için uğraş vermektedir. Buna mukabil çeşitli güçlüklerin getirdiği tedirginlik içerisinde yaşamaktadır.
Berkeley’in ele aldığı bir diğer mevzu ise, sonlu insan aklının sonsuz olanı ya da o sonsuzluktan pay alan şeyleri kavrayamamasının doğal olmasıdır. Yani, Tanrı’yı ya da “Her Şeye Gücü Yeten Tin”i kavramaya çalışmanın, irdelemenin anlamsızlığından bahsetmektedir. Buna karşın insanlar, sonsuz olanın yarattığı boşluğu gidermek ve bir kaos düşüncesinden kurtulmak için çeşitli şeyler öne sürmüştür. Modern öncesi dönemde, Tanrı'nın bir cezası yahut ödülü olduğu inancıyla -ki günümüzde de yaşayan bir düşüncedir- açıklanmaya çalışılmıştır. Modern döneme gelindiğinde ise bu boşluğun bilimle ya da aklın dogmatizmiyle doldurulduğu görülmektedir. Asıl bilginin önünü tıkayan bu boşluğu doldurma gayretlerine karşın Berkeley, aslında Tanrı’nın bilgiyi öğrenmede bize bütün yolları açtığını ve tüm imkanları sağladığını belirtmektedir. “Bilgiye giden yolu tıkayan güçlükler” tamamen insan kaynaklıdır.
Berkeley’in temel savı, insan zihninden bağımsız, algılanmaksızın var olan bir töz olamayacağıdır. Ayrıca özdeğin veya maddenin kendi başına var olamayacağını belirtmektedir. Tam aksine tözler, onu algılayan bir zihinde var olan idealardan başka bir şey değildir. Berkeley’in karşı çıktığı görüş ise, bu savın tam aksine zihinden bağımsız veya dışsal etkilerle ortaya çıkabilen tözlerin varlığı iddiasıdır. Esasında İngiliz filozofun karşı durduğu şey özdekçiliğin, yani maddeciliğin veya cisim merkezli bilginin varlığını savunanlardır. Berkeley bu düşüncesiyle, Platon’un ‘Mağara Alegorisi’ ile açıkladığı idealar kuramını ileriye taşımaktadır. Bu metafora göre, mağaranın girişinde sırtını güneşe verip, mağaranın içine bakan kişi kendi gölgesini görmektedir ve kendisini o gölge üzerinden yaşatmaktadır. Buradaki temel fikir, cisimsel bir temelin var olmadığı, her şeyin zihnin içinde kurulan idealardan ibaret olduğu düşüncesidir. Platon’un "İdealar Kuramı"nı temel alan Berkeley’e göre kırmızı olarak görülen nesneler, halihazırda zihinde var olan kırmızı ideasından başka bir şey değildir. Aristoteles tam bir özdekçi yaklaşımla bunun aksini iddia etmiştir. Ona göre kırmızı nesnelerin varlığını bilmek daha önce kırmızı bir nesnenin duyumsanmasına bağlıdır.
E-bültenimize abone ol!
Haftanın en popüler içerikleri, en çok kazananlar ve staj haberleri bültenimizde.