Havaalanında Peşinizden Koşacak Kişiyi Kazanmak: Fleabag
Kültür ve Sanat - 18 Ocak, 2021 - Okuma Süresi: 7 Dk.
18 Ocak, 2021
Fleabag, dizinin başrolünü oynayan Phoebe Waller-Bridge tarafından yaratıldı. Dizi olmasından önce tek kişilik bir tiyatro oyunu olan yapım yetenekli kadrosu, senaryonun ve yönetmenin başarısıyla öne çıkıp metaforları ile güldürürken acı gerçekleri de tokat gibi yüzümüze çarpıyor. Metaforlar, hisler, yanlışlar ve doğrular... İşte karşınızda içimizden biri olan Fleabag!
Covid-19 salgını sebebiyle vaktimizin çoğunluğunu evimizde geçirdiğimiz bu günlerde sizi bilmem ama benim boş zamanlarımda en çok yaptığım etkinlik yeni dizilerle filmler keşfetmek ve kitaplarıma gömülmek. Dolayısıyla bilgisayarımın başına geçmeden çok evvel yazımın konusu belliydi: Diziler. Peki hangi dizi hakkında yazmalıydım? Bu sorunun birden çok yanıtı var aslında: Carnival Row, Undone, Homecoming, 11.22.63, Pushing Daisies... Ama ilk yazım için seçeneklerimi önüme aldığımda bu sorunun tek bir yanıtı vardı elbette, "Havaalanında kimin peşinden koşardınız?" sorusunun cevabını bulduran Fleabag!
Fleabag, dizisinin kadrosunda ayrıca Sian Clifford, Olivia Colman, Bill Paterson ve birçok yetenekli oyuncu var. İkinci sezonda bu harika kadroya birçoğunuzun aklına Sherlock dizisi ile kazınan usta tiyatrocu Andrew Scott da katılıyor.
Dizi hakkında genel bilgileri vererek diziye bir giriş yaptık ama "Kendimi koltuğuma veya yatağıma bıraktığımda neden Fleabag izlemeliyim?" diye sorduğunuzu duyar gibiyim. O zaman size 5 madde ile neden Fleabag'e şans vermeniz gerektiğini anlatayım:
-
Fleabag içimizden biri. Hangimiz bu hayatta büyük hatalar yapmadık? Bu hatalardan sonra kendimizden nefret ettiğimiz için kendimizi hatalar döngüsünde bulduğumuz olmadı mı? Bu dizide Fleabag'in serüvenini izlerken aslında onun her gün sokaktan geçerken gördüğümüz insanlardan biri olduğunu fark etmek dizinin en keyifli yanlarından biri. O da tıpkı bizim gibi çok şey söylemek istiyor bazen ama toplumsal davranış kurallarına uymaktan başka çaresi yok.
-
Dizinin bir bölümü ortalama 23-25 dakika ve bir sezonu altı bölüm olan dizi sadece iki sezon. Vaktiniz olmadığı için bir şeyler izleyemediğinizden hayıflanmanıza gerek yok.Tek yapmanız gereken telefonunuzdaki sosyal medya uygulamalarını kapatıp kendinizi Londra sokaklarına bırakmanız.
-
Severek takip ettiğimiz bu başarılı kadroyu farklı rolleriyle bir kez daha seyretmek çok keyifli. Moriarty rolüyle bilinen Andrew Scott'ı Papaz rolünde izlemek ve bu role nasıl ruhunu kattığını görmek büyüleyici. Bir diğer yapım olan Good Omens'in kadrosunda yer almasından mutluluk duyduğum Bill Paterson da rolünün hakkını öyle vermiş ki izleyici karakterin her sahnesinde kendini sinirlenmiş bir yüz ifadesiyle ekrana bakarken buluyor.
-
Kimseye bağlı olmayan, özgür ve hayatında zorluklar olsa bile bu güçlüklerin üstesinden gelen güçlü olan kadınlar görmeyi seviyoruz. Ekranlarda kadınların güçsüzleştirilmesinden artık bıktık çünkü.
-
Şu ana dek karakterin dönüp seyircisiyle konuştuğu başka bir yapım izlediğimizi sanmıyorum. Dolayısıyla beşinci sebep de Fleabag'in seyirciyle olan diyalogu.
Diziyi izlediğimiz zaman iki ayrı Fleabag görüyoruz. İkinci sezonda ekranlarımızı acılarını ve hatalarını kabul etmiş, bu hatalardan çıkardığı derslerle yoluna devam etmeye çalışan bir Fleabag'e açıyoruz. Özellikle ilk sezon boyunca kahkaha attığımız çoğu sahnede yüzümüze bazı can acıtan gerçekleri tokat gibi çarpan Fleabag bu gerçekleri kendisine de çarparak kendisini cezalandırmıyor muydu aslında? Kendine acırken bir yandan da başkalarının kendisine acımasına izin vermiyordu. O da yaşayan diğer herkes gibi kayıplar vermiş ve hatalar yapmıştı. Bu hatalarla ve kayıplarla nasıl başa çıkacağını bilemeyen, feminist olan ama aslında tam anlamıyla olamayan (!) Fleabag'imizin geçmişinde takılı kalmasına sebep olan bir hata vardı. Peki Fleabag'in değişimini sağlayan ne olmuştu? Dikkatli izleyiciler değişimin gerçekleşmesinin başlangıcı olan sahneyi farkındalar bence. O da hikayedeki çocuk gibi kalemin arkasındaki silgiyi kullanarak hatasını geride bırakması gerektiğini anladı, Boo'nun da dediği gibi.
-Tamam, 11 yaşındaki bir çocuk silgili kurşun kalemi okuldaki evcil hamstera soktuğu için çocuk cezaevine gönderilmiş.
-Ne?
-Ya.
-Niye böyle bir şey yapmışlar ki?
-Anlaşılan, gözlerinin dışarıya fırlarmasını izlemekten hoşlanıyormuş.
-Hayır, neden çocuğu okuldan uzaklaştırmışlar ki? Tedaviye ihtiyacı varmış. Öylece bir yere kapatmamaları gerekirmiş.
-Hamstera kurşun kalem sokmuş.
-Evet, ama demek ki mutlu değilmiş, mutlu insanlar böyle şeyler yapmaz.
-Haklısın.
-Her halükarda, kurşun kalemlerde silgi bulunmasının sebebi de bu zaten.
-Hamsterın bir yerine sokmak için mi?!
-Hayır, insanlar hata yaptığından.
Bu noktadan sonra ikinci sezonda farklı bir Fleabag ile karşılaşıyoruz. Birçok izleyici hatalarını kabullenip yoluna devam eden Fleabag'i de en az ilk sezondaki kadar sevdi. Üstelik ikinci sezondaki dini göndermelerin ve Papaz'la olan sahnelerin çok ince düşünüldüğünü söylemek de mümkün. Özellikle Fleabag'in kameraya dönüp konuşmasını fark eden tek kişi Papaz iken, Papaz'ın tilkileri de sadece Fleabag'e görünüyordu.
Güzel detayların ve metaforların dolu olduğu dizideki gizemlerden biri de Fleabag'in neden dönüp dolaşıp üvey annesinin heykelini çaldığıydı. Ama bu gizem de dizinin son bölümünde aydınlatıldı, sebep heykeli meme kanserinden kaybettiği annesine benzetmesiydi.
Peki ikinci sezon anlattığı hikaye için "Bu bir aşk hikayesi." diyen Fleabag sizce de haklı değil miydi? Bu noktada aşkın ne olduğunu da sorgulamak gerekmiyor mu? Bence yazımızın başlığı diziyi izleyenler için aşkın ne olduğunu ortaya koyuyor. Dilerim hepiniz "havaalanında peşinden koşmaya" değecek kişiyi bulursunuz ve bu "umut hissini" hiç kaybetmezsiniz.
Aşk hakkında özgün bir şey söylemek oldukça zor. Ama bir deneyeyim dedim. Aşk berbat bir şeydir. Acı doludur. Korkutucudur. Seni şüpheye düşürür, kendi kendini yargılatır, seni hayatındaki diğer insanlardan uzaklaştırır. Seni bencilleştirir, ürpertir, saçını takıntı haline getirirsin. Sizi zalim yapar. Yapacağınızı düşünmediğiniz şeyleri yaptırır. Hepimiz onu elde etmek isteriz. Elde edince de hayat cehenneme dönüşür. Tevekkeli değil, bunu tek başımıza yapmak istemeyiz. Bana içimizde aşkla doğmuşsak onu doğru yere yöneltmek gerektiği öğretildi. Bundan çok bahsedilir. Aşkın “doğru gelmesi”. “Doğru gelirse kolaydır.”. Bunun doğru olduğundan emin değilim. Neyin doğru olduğunu bilmek güç ister. Aşk zayıf insanların harcı değildir. Romantik olmak çok fazla umut gerektirir. Sanırım kast ettikleri şu, sevdiğin birini bulduğunda umut gibi gelir.
E-bültenimize abone ol!
Haftanın en popüler içerikleri, en çok kazananlar ve staj haberleri bültenimizde.