Eşitlik Özgürlükten Önemlidir. Çünkü...
Kültür ve Sanat - 24 Aralık, 2020 - Okuma Süresi: 10 Dk.
24 Aralık, 2020
Özgürlük ve eşitlik. Günlük yaşantımızda dahi sıklıkla kullandığımız iki kelime. Peki nedir özgürlük? Ya eşitlik? Yazımda bu iki kavramı toplumsal açıdan inceleyerek "eşitliğin" sağlanmasıyla insanın ancak "özgür" olabileceğini; bu sebeptendir ki "eşitliğin özgürlükten önemli olduğunu" savunarak düşüncelerimi aktardım. Keyifli okumalar dilerim.
EŞİTLİK ÖZGÜRLÜKTEN DAHA ÖNEMLİDİR. ÇÜNKÜ…
Özgürlük… Sınırları reddeden, insanın kendi isteklerine göre durumu, olayı, hayatını şekillendirme durumu. Peki sizce bizler gerçekten özgür müyüz? Jean Paul Sartre bir röportajında bu konu üzerine şöyle der: “(…) Şu anlamda kimse özgür değildir: Özgür olduğumuzdan dolayıdır ki baskılanabiliyor ve kandırılabiliyoruz. Ama diğer taraftan, istismar, kandırmaca ve mitler özgürlüğümüzü saptırır. Gitmek istediğimiz istikametten yolumuzu çevirir. Öyle ki özgürce yaptığımızı düşündüğümüz şey, çoğu zaman diğer özgürlüklerin kandırmacasından başka bir şey değildir. Meseleyi toplumsal açıdan değerlendirirsek, özgürlüğümüz her defasında manipüle edilir. Öyle ki, her defasında hem özgür eylemlerde bulunuruz hem de bu eylem aslında bir başkasının sömürüsüne yol açar. (…) Bahsettiğim sebepler ve bahsedemediğim diğerleri, özgürce davrandığını düşünen insanı, alakasız biçimlerde davranmaya iter. Bu eylemler farklı yönlere gider; çoğu zaman kötü yöne gider ve bir şey tarafından dikte ediliyordur. Örneğin reklamlar. Farkında olalım ya da olmayalım, üzerimizden atmamız gereken budur. Organizmamızın özgürlüğünü yeniden sağlamamız gerek, yani herkesin özgür olması onunla istediğini yapabilmesi.” Sartre’nin de dediği gibi tam manasıyla özgür olmak için biz insanlara dikte edilen şeyleri fark etmemiz gerekir. Diğer yandan bunu toplumdaki eşitsizliğin giderilmesiyle fark etmek pek tabii mümkün olacaktır. Sonuç olarak insanın özgürlüğünün ön koşulu eşitliği sağlamaktan geçer. Bu durumda eşitlik, özgürlükten daha önemlidir çünkü eşit şartlarda yaşamını idame ettiren toplumda baskı ve zorlama altında kalmayan insanların özgürlüğü kendiliğinden gelecektir. İnsanların sadece insan olduğu için birbirine eşit sayılmadığı ve bu yüzden özgürlüklerinin de elinden alındığını görmek kaçınılmaz bir gerçektir. Tarihte de bunun pek çok örneğini görmek mümkündür. Gelin biraz bunlara göz atalım: Coğrafi keşiflerle başlayan ve 19. Yüzyılda hız kazanan sömürge hareketleri, Avrupalıların, sözde kendilerini sömürülen ülkelerden üstün görmelerinden sebep, dünya tarihi yıllarca Afrika’nın sefalet içerisinde yaşamasına şahit olmuştur. -Ki günümüzde hala orada yaşayan pek çok kadın, erkek ve çocuğun açlıktan, susuzluktan ve hatta HIV\AİDS gibi hastalıklardan öldüğünü bilmekteyiz.- İstatiksel verilerde gösteriyor ki örneğin Gambiya’da yaşam beklentisi 57 yıl iken; durum Norveç’te 81 yıla kadar çıkmaktadır. Yaşam standartlarının bariz şekilde eşitsiz oluşu, Gambiya’da dünyaya gelen insanların pek çok şanstan mahrum kalmasının yanı sıra özgürlüklerine de ket vurmaktadır.
Elbette tarihin tozlu sayfalarındaki tek örnek bu değildir. Bir başka göz önüne alınması gereken eşitsizlik durumu köleliktir. Kölelik, Batı’da burjuva sınıfının boy göstermesi ile ortaya çıkmış; insanların adeta bir mal gibi “köle pazarlarında” satılmalarına sebep olmuştur. Pek tabii bunun öncesinde Mezopotamya’da, eski Mısır’da, Orta Asya’da vs. köleliğe rastlamak mümkündür. Öyle ki, köle durumundaki eşitsizliği en basit şekliyle “Köle babanın oğlu, köledir.” mantığından dahi anlamak mümkündür ki henüz doğmamış çocuğun kaderi bu sistemde belirlenmiş, özgür olma durumu çoktan elinden alınmıştır.
Eşitsizlik temeline dayanan kapitalizmin adı burada geçmezse o koca sisteme (!) haksızlık edilmiş olur diye düşünüyorum. Çünkü kapitalizmin temelinde sermaye-para yatmaktadır ve amacı her koşulda bu parayı ikiye, üçe ve daha nicelerine katlamaktır. İnsanları devamlı tüketim yapmaya iten kapitalizmi, iki farklı coğrafyada yaşayan, iki farklı çocuk bence özetlemeye yetecektir: Amerika’da bir çocuk obez olduğu için sağlık problemleri yaşarken; Afrika’da yine bir çocuk yetersiz beslenmekten dolayı hayata gözlerini yumabiliyor. Buyurun size kapital düzenin gözler önüne serdiği bir örnek. İki çocuk arasındaki eşitsizlik durumu ne kadar da içler acısı değil mi?
Toplumda eşitlik, özgürlükten önemlidir. Çünkü eşitsizlik toplumda kaosa neden olur. Tam da bu noktada Thomas Jefferson’ın Bağımsızlık Bildirgesi’nde okumuş olduğu şu cümleyi hatırlatmak isterim: “ Biz şu gerçeklerin açık olduğu görüşündeyiz; bütün Adem oğulları eşit yaratılmıştır. Onları yaratan Tanrı, kendilerine vazgeçilmez haklar vermiştir. Bu haklar arasında yaşama, özgürlük ve mutluluğu arama hakları yer alır.”
Esasen cümlenin içerisinde eşitliğin tanımı da yapılmıştır. Hukuki olarak eşitlik kavramına yaklaşırsak insanlar, kanun önünde ve yasalar karşısında senin, benim kim olduğuma bakılmaksızın eşit kabul edilir. Aksi toplumda kaosa yol açar çünkü insanlar eşit birtakım haklarla dünyaya gelirler ve bu hakları belli sözleşmelerle veyahut yasalarla garanti altına alıp yaşamını toplum içerisinde birlik ve bütünlük çerçevesinde idame ederler. Irk, din, dil, tercih ayrımı yapmadan yaşamak eşitliğin bir getirisi iken aynı zamanda özgür yaşamı da insanlığa sunmuş olur ki eşit yaşam koşullarının tanımını yaparken; saydığımız haklardan biridir özgürlük. Dolayısıyla burada da en başta belirttiğim “özgürlüğün ön koşulu eşitliktir.” argümanına değinmiş olmaktayım. Gelelim dünyadaki eşitsizliğin yarattığı kaos ortamını örneklendirmeye: 1950 ve 1960’lı yıllarda cinsel yönelimini açıkça ifade etmek zordu. Çünkü insanlar, LGBT bireylerin herkes gibi insan olduğunu kabul edemiyor, onları tercihlerinden, yönelimlerinden ötürü kınıyordu. Oysaki onlar da herkes gibi yaşama hakkına sahiptiler. 1960 yılına gelindiğinde ise daha çok gaylerin gittiği Stonewall Barı polis tarafından baskına uğrayınca bölgede büyük bir kaos ortamı oluştu. LGBT bireyler artık herkes gibi her alanda boy göstermek istiyor ve toplumda ötelenen sınıf olmak istemiyorlardı. Keza çıkan ayaklanmalar sonucunda bunu başarıp seslerini duyurabildiler. Günümüzde ise bu günü anmak ve LGBT bireylere destek olmak adına her yıl haziran ayında Onur Yürüyüşü düzenlenir. LGBT bireylerin, 1960’lı yıllarda sırf tercihlerinden dolayı diğer insanlarla eşit haklara sahip olmaması gerektiğini düşünen güruh öyle ki günümüzde de varlığını -ne yazık ki- koruyor. Eğer 1960 yılında, LGBT bireyler de tıpkı diğer insanlar gibi tercihlerini rahatça dile getirebilmiş olsalardı böyle bir kaos ortamı oluşmayacaktı. Fakat yaşama haklarını ellerinden almak isteyenler olduğu için onlarda bu eşitsizlik ortamına bir son vermek istediler. Bahsettiğim gibi, günümüzde hala kendi mücadelelerini veren LGBT bireyler ve onlara saygı duyarak protestolarını destekleyenler, “Heteroseksizme teslim olmayacağız, ya eşitlik ya hiç!” sloganlarını gökkuşağı gibi rengarenk pankartlarına yazıp sokaklarda eylemlerine devam ediyorlar.
Bir başka örnek ise yine dünyadaki eşitsizliğin boy gösterdiği ırkçılık sorunudur. Irkçı tutum, yalnızca bir ırkın diğerlerinden üstün görüldüğü bir durumdur ve dünyada bu sebepten ötürü pek çok insan psikolojik olarak baskıya maruz kalırken, ne yazık ki hayatını kaybedenler de olmuştur. Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nde her insanın eşit olduğu yazıyordu. Fakat eşitlik ABD’de yalnızca metinlerin içeriklerini dolduran bir kavram olarak kalmıştır. Kolonicilik hareketleriyle ırkçılığın adeta sistematikleştiği Amerika’da durumla alakalı pek çok örnek mevcuttur. Fakat yakın zamanda gerçekleşen 46 yaşındaki George Floyd’un ölümü ne yazıktır ki hala eşitlik kavramının önemini kavrayamamış kişiler tarafından gerçekleştirildi. Son sözleri “Nefes alamıyorum!” olan bu genç adamın ölümünün tek sebebi deri renginin siyah olmasıydı. Pek tabii yaşanan bu içler acısı durumdan sonra ABD’de iç karışıklıklar meydana geldi. Irkçılık karşıtı pek çok insan sokağa dökülerek “Black lives matter!” sloganları atarak eşitlik adına eylemler düzenlediler. Eğer ırk ayrımı olmasaydı; sırf derisinin renginden ötürü yıllarca eşitsizliğe maruz kalan bu insanlar da, diğer herkes gibi eşit şartlarda yaşasaydı, bugün hala yaşadığımız bu olaylar da gerçekleşmeyecekti. Yine tarih sayfalarını karıştıracak olursak, özgürlüğün bir ön koşulu olarak eşitlik cümlesini burada da hatırlatmak isterim ki pek çok insan derisinin renginden dolayı diğer herkesle eşit tutulmamış, köle olarak yaşamını idame ettirmek zorunda kalmıştır.
3. ve son argümanım, eşitliğin demokrasinin temel taşı olduğudur. Bu sebeple özgürlükten daha mühimdir. Siyasal toplumlarda halk, söz sahibi ve katılımcı olmalıdır. Demokrasi ise tam da bu noktada eşitliğin bağlayıcılığıyla ortaya çıkmış olur. Belli bir grubun ya da siyasi otoritenin karar almasına karşın halk da yüksek tabakayla eşit söz hakkına sahip olmalıdır. Yani monarşi gibi, oligarşi gibi sadece belli bir kesimin söz sahibi olması durumu demokraside eşitlik kavramıyla beraber tam tersi vaziyet almıştır. Demokrasinin olmadığı toplumlarda belli bir kesimin faydasını gözeterek kararlar alınır ve bu da olağan bir durum olacaktır ki eşitliği ortadan kaldırır. Dolayısıyla insanları sınırlayan bu ortam özgürlük düşüncesini de zaten çoktan yerle bir etmiştir. Montaigne der ki: “Benim hizmet ettiğim kanunlar küçük parmağımı bile köle etmeye kalksalar, nereye olsa gider başka kanunlar arardım.” Eminim ki ne küçük parmağının; ne düşüncelerinin; ne de bedeninin köle olmayacağı bir yer arayıp bulduğunda, burada özgürlükten önce eşitlik çanları çalacaktır.
E-bültenimize abone ol!
Haftanın en popüler içerikleri, en çok kazananlar ve staj haberleri bültenimizde.