Bitkilerin Mitolojik Hikayeleri
Kültür ve Sanat - 18 Ocak, 2021 - Okuma Süresi: 9 Dk.
18 Ocak, 2021
Kredi: Greekmythology
Onlar aslında bahçemizden sofralarımıza hayatımızın çoğu yerinde karşılaştığımız bitkiler. Güzel kokan bir çiçek, yemeklerimize tat katan bir sebze veya yaprakları dökülen bir ağaç. Fakat Yunan Mitolojisinde bitkiler bunlardan çok daha fazlası! Şimdilerde hayatımıza pek etkisi olmamasına karşın Antik Yunanistan'ın tanrı ve tanrıçalarının hayatlarını değiştiren bitkiler ve hikayeleri işte karşınızda.
Yunan Mitolojisini bilmeyeniniz yoktur. Kırık kalpler, intikam, aşk, acı ve trajedi. “Ama bitkiler bu hikayelerin neresinde?” Dediğinizi duyar gibiyim. Günümüzde bahçelerimize ektiğimiz hatta yemeklerimizde kullandığımız bitkiler, Yunan Mitolojisinde bir kelebek etkisi yaratarak tanrı ve tanrıçalarımızın hayatlarını değiştirmiş desem inanır mısınız? Antik Yunanistan'ın bitkileri ve çiçekleri mitolojide büyük bir yer kaplıyor aslında. Persephone ve nar tanelerinin masalından, Hyakinthos'un çiçekli metamorfozlarına, Narkissos’un dönüşümünden, Asklepios’un sarımsak reçetesine kadar. Şimdilik bu yazıda sizlere yunan mitolojisinde efsaneleşen üç bitkiden bahsedeceğim.
1. Narkissos ve Nergis Çiçeği
Narkissos’un hikayesi, Yunan mitolojisinde karşılıksız aşk hikayelerinin en bilinen örneğidir. Hikayemizin baş kahramanı olan Narkissos, “narsist” kelimesinin kökenini oluşturan ve nergis çiçeğine adını veren kendisine takıntılı ve bir o kadar da yakışıklı bir avcıdır. Hikayeyi daha iyi anlamak adına gelin en başa yani Narkissos’un doğumuna gidelim. Narkissos, ırmak ilahı Kephissos ve arındırıcı suların bekçisi Liriope’nin oğlu olarak doğuyor. Narkissos’un kaderi aslında doğduktan sonra ebeveynlerine söylenen kehanet ile belirleniyor. Kahin, Narkissos’un ailesine oğullarının kendi yüzünü görmediği sürece hayatına devam edebileceğini söylüyor. Bu sebepten ötürü Narkissos yıllarını yüzünü görmeden geçiriyor, kendisi ne kadar bunu göremese de çok yakışıklı bir delikanlı oluyor. Bu esnada hikayemize yeni bir kahraman katılıyor tabii. Normalde kendisi beğenen kimselere aldırmayan güzel peri kızımız Ekho, bir gün Narkissos ile karşılaşıyor ve Narkissos’a ilk görüşte aşık oluyor. Ancak Narkissos, peri kızının aşkına karşılık vermiyor. Ekho, bu durum karşısında çok üzülüyor ve günden güne erimeye başlıyor. Aşkı uğruna kendini heba eden sevgili Ekho bir süre sonra acısına dayanamayıp hayata veda ediyor. Ekho’nun vücudundan arta kalan bütün kemikleri kayalara, peri kızımızın sesi ise bu kayalarda “Eko” dediğimiz yankılara dönüşüyor. Bu duruma Olimpos’taki tanrılar çok sinirleniyor ve Narkissos’u cezalandırmaya karar veriyorlar. Bir zaman sonra Narkissos av izindeyken susayıp yorgun düşüyor ve nehir kenarında soluklanıp su içmeye karar veriyor. Bitkin avcımız su içmek için eğildiğinde, suda kendi yansımasını görüyor ve daha önce fark edemediği güzelliği karşısında büyüleniyor. Yansımasından gözlerini alamayan Narkissos, Ekho’nun ona olan aşkı gibi kendisine aşık oluyor. Yemeden, içmeden sadece kendisini izlemeye başlayan avcımız günden güne hissizleşip bitap düşüyor ve nehrin kenarında kendini izlerken hayata gözlerini yumuyor. Öldükten sonra ise bulunduğu yere kök salarak; güneş gibi parlak, sarı göbekli, beyaz yapraklı ve çevresine güzel kokular yayan nergis çiçeğine dönüşüyor.
2. Su Perisi Daphne’nin Defne Ağacı
Şimdi ise günümüzde yemeklerimizi süsleyen, güzel kokulu yapraklara sahip olan defne ağacının mitolojik hikayesine bakalım. Bu hikayede de su perisi Daphne’den bahsedeceğiz. Daphne, Yunan Nehir Tanrısı olan Peneus’un kızı. Narkissos gibi avcılığa düşkün olan güzeller güzeli baş kahramanımız Daphane ormanda vakit geçirmeyi seven birisi ayrıca, babasının onu evlendirme düşüncesinin aksine evlenmek istemeyen, kendisine aşık olan her erkeği reddeden bir peri. Gelelim olayların başladığı zamana. Bir gün peri kızı Daphne, Penios Irmağının etrafında dolaşmaya çıkıyor. Bu esnada Zeus’un oğlu Apollon ve Afrodit’in oğlu Eros da nehrin kenarında okçuluk alıştırmaları yapmakta. Apollon, kendiyle övünmeyi seven iyi bir okçu fakat kendisi gibi okçu olan Eros’a karşı sürekli alaycı bir tutum sergiliyor. Eros, Apollon’un aşağılamalarına daha fazla katlanamıyor ve ona ders vermek için biri kurşundan diğeri ise altından yapılmış iki ok hazırlıyor. Eros, altından yapılmış oku ile Apollon’u ve kurşundan yapılmış oku ile nehrin kenarında dolaşan su perisi Daphne’yi tam kalbinden vuruyor. Altın okun saplanması sonucunda Apollon Daphne’ye sırılsıklam aşık olurken, kurşun ok Daphne’nin Apollon’dan nefret etmesine sebep oluyor. İlk defa sırılsıklam aşık olan Apollon, sürekli Daphne’nin peşinden koşuyor ve onunla olması için sürekli yalvarıyor. Apollon’dan ölesiye nefret eden Daphne, uzun süren kovalamaca sonunda dayanamıyor ve babası Peneus’dan yardım istiyor. Su tanrıları da bu isteği geri çevirmiyor ve Daphne’yi defne ağacına dönüştürüyorlar. Apollon, Daphne’nin ağaca dönüşümü esnasında bile ona dokunmaya, yavaş yavaş ağaç kovuğuna dönüşen bedenine sarılmaya çalışıyor. Platonik aşığımız Apollon, Daphne’nin sonsuza kadar defne ağacı olarak kalacağını bildiği halde onu unutmayacağına ve başkalarına da unutturmayacağına söz veriyor. İçindeki sönmeyen aşka dayanarak defneyi kutsal bir ağaç olarak seçen Apollon, ilk aşkının yapraklarından yaptığı tacını başından hiç çıkarmıyor. Günümüzde hala defne yaprağından yapılan taçlar ise galibiyeti sembolize ediyor ve olimpiyat oyunlarının baş simgesi olarak kullanılıyor.
3. Gelincik Çiçeğinin Getirdiği Mutluluk
Son bitkimiz gelincik çiçeğinin hikayesi ise Bereket tanrıçası Demeter’in kızı Kore’nin Hades tarafından kaçırılıp, ölüler dünyasına götürülmesine dayanıyor. Hades, Kore’nin ismini, onu ölüler dünyasına kaçırdıktan sonra Persephone olarak değiştirmiştir. Eğer Kore ismi size yabancı geldiyse muhtemelen Persephone olarak biliyorsunuzdur. Kaçırılma hikayesine gelirsek, Persephone bir gün arkadaşları ile çiçek toplamaya gidiyor. O esnada, bahçeye Zeus tarafından yerleştirilen güneş kadar parlak ve sarı renkteki nergis çiçeği Persephone’un gözüne çarpıyor. Persephone bu göz alıcı çiçeği koparmak için yaklaştığında ise Hades, siyah atlı arabası ile yer altından çıkarak Persephone’u ölüler dünyasına götürüyor. Ölüler dünyasına geldikten sonra, Hades Persephone’a biraz meyve yemesini teklif ediyor. Yaşanacaklardan bihaber olan Persephone, Hades’in teklifini geri çevirmiyor ve masada bulunan meyvelerden sadece dört küçük nar tanesini yiyor. Demeter’in üzüntüsü ise tam olarak buradan sonra başlıyor. Çünkü kurala göre, “Ölüler dünyasında herhangi bir şey yerseniz bir daha yeryüzüne çıkamazsınız”. Kızını çok seven annemiz Demeter ise her yerde kaybolan zavallı Persephone’u arıyor. İçindeki büyük acıyla kızını bulmak için dokuz gün dokuz gece tüm dünyayı dolaşan Demeter, umudunu yitirmek üzereyken son çare olarak diğer tanrılardan yardım istiyor. Üzgün ve artık yorulmuş olan Demeter, tanrılar karşısında bir bereket tanrıçası olarak, kızını göremezse toprakları verimli kılmayı reddedeceğini söylüyor. Ölüler dünyasının katı kuralları karşısında Demeter’in bu isteği, Zeus’u çok zorluyor fakat en sonunda Persephone’un yılın altı ayını ölüler dünyasında, kalan altı ayını ise dünyada geçirmesinde karar kılınıyor. Persephone’un dünyada geçireceği altı ayın ise, uykuda olan doğanın yeniden canlanmaya başladığı bahar ayına geldiği biliniyor. Gelincik çiçeği ise baharda açan bir çiçek olarak, Bereket Tanrıçası Demeter’in kızıyla buluşmasının verdiği mutluluk ile beraber bereketlenmeye başlayan toprakları ve doğanın yeniden doğmasını sembolize ediyor.
BONUS: Ölümsüzlüğün Reçetesi Sarımsak
Ek olarak çiçeklerimizin arasına daha farklı bir bitki eklemek istedim. Evet, son hikayemiz de sarımsak ile ilgili. Peki nasıl? Bu hikayenin baş kahramanı ise tıbbın ve sağlığın tanrısı Asklepios. Asklepios, sanatını icra etmekte çok başarılı bir tanrı. Hatta o kadar yetenekli ki ölüyü bile diriltebilecek güce sahip olduğu biliniyor. Fakat bu güç, Olimpos Dağı’nın en güçlü ve en önemli tanrısı olan Zeus’u rahatsız ediyor. Zeus, Asklepios’u doğanın dengesini bozmakla suçluyor ve bu düşüncesi öfkesinin günden güne artmasına sebep oluyor. Bir gün Zeus bu duruma daha fazla katlanamıyor ve yıldırımını Asklepios’un üstüne yönlendiriyor. O sıralar ölümsüzlüğün formülü üzerinde çalışan Asklepios, yıldırımın etkisiyle yere düşüyor. Aynı anda, Asklepios’un elinde az önce bahsettiğim ölümsüzlüğün formülü olarak adlandırdığı her derde deva olan şifalı bir reçete bulunuyor. Asklepios düşerken, reçete de bir bitkinin üstüne konuyor ve yağan yağmur reçetede yazılı olanları bitkiye aktarıyor. Yağmurların beslediği bu bitki hiç şüphesiz, Asklepios’un deyimiyle ölümsüzlüğün reçetesi, yemeklerimizde severek kullandığımız, gerçekten de bazı hastalıklara iyi gelen sarımsak bitkisiydi.
Yunan mitolojisinin dramasına dahil olan ve hayatlarımızda sıklıkla karşılaştığımız bu bitkilerin sayısı tabii ki dört ile sınırlı değil. Sokaklarda gördüğümüz, bahçemizde yetiştirdiğimiz, soframızda bulunan, neredeyse, her bir bitkinin mitolojiyle ayrı bir geçmişi bulunmakta. Bu hikayeler ise bizlere, bitkilerin insanlar için kültür, sanat hatta tıp alanında çok değerli bir yere sahip olduğunu gösteriyor.
E-bültenimize abone ol!
Haftanın en popüler içerikleri, en çok kazananlar ve staj haberleri bültenimizde.