Amatör Bir Film Eleştirisi: Mücadelenin Zerre'si
Kültür ve Sanat - 26 Nisan, 2021 - Okuma Süresi: 9 Dk.
26 Nisan, 2021
Erdem Tepegöz'ün yönetmen koltuğuna oturduğu "Zerre" yi bir sosyal bilimci adayı olarak toplumsal gerçekler üzerinden anlamaya ve anlatmaya çalıştım.
Zerre, İstanbul’un pis ve yoksul bir semtinde; küçük kızı ve yaşlı annesiyle yaşayan Zeynep’in hayatının küçük bir kesitini sunuyor izleyiciye. Bir dram filmi ancak alışık olunan dram filmlerine pek benzemiyor, örneğin filmde neredeyse hiç ağlama sahnesi bulunmuyor ya da izleyicinin duygu durumunu etkileyecek, duruma bayağı bir dramatiklik yükleyecek müzikleri yok Zerre’nin. Zeynep’in hayatı, mücadelesi izleyiciye olduğu gibi sunuluyor. Filmde Zeynep ve ailesinin yalnızca birkaç gününe tanıklık edebiliyor izleyici. Film çarpıcı bir sahneyle ya da olayla başlayıp bitmiyor. Aile için herhangi bir günde başlayıp, herhangi bir günde bitiyor; “herhangi bir gün” çünkü aslında mücadeleleri izleyiciye sunulan birkaç günle sınırlı değil, hayatları tamamen bu mücadele üzerine kurulu ve izleyici bu mücadelenin yalnızca birkaç gününe tanıklık edebiliyor. Bu birkaç günde ne zaman başladığını, neden olduğunu, nasıl sonuçlanacağını bilmediğimiz olaylar devam ediyor. Örneğin; Zeynep’in niçin burnunun kanadığını, Gülçin’in niçin yürümediğini, neden üç kişi yaşadıklarını, Zeynep’in niçin kan verdiğini ve sonucunun ne olacağını bilemiyoruz. Film izleyiciye geçmişle ilgili tek bir ipucu dahi vermiyor çünkü tıpkı filmin nerede başlayıp bittiğinin bir önemi olmaması gibi, aslında yaşadıkları hayatların “neden” ya da “niçin”lerinin de bir önemi yok. Önemli olan yalnızca Zeynep gibi bir sürü insanın bildiğimiz ya da asla bilemeyeceğimiz sorunlarla her gün mücadele etmek zorunda olması. Film, ‘dram’ diye adlandırdığımız hikayelerin bazı insanların gerçeği olduğunu izleyicinin yüzüne vuruyor. Mücadele etmeden yaşayamayacakları hayatlara sahip insanların oturup ağlayacak lüksleri dahi olmadığını gösteriyor. Filmdeki karakterlerin yaşamlarına devam edebilmeleri için birbirinden farklı mücadele yöntemleri geliştirdiklerini görüyoruz. Örneğin Gülçin, etrafındaki neredeyse her olaya tepkisiz kalıyor film boyunca. Yemek yenirken, etrafındaki insanlar konuşurken; o yalnızca televizyon izliyor. Konuşulanlara, olaylara o kadar tepkisiz ki; oturdukları evin sahibi kapılarını kırdığında verdiği tepkiye kadar sağır olabileceğini düşündürtüyor izleyiciye. Sonrasında anlıyoruz ki Gülçin’in bu tepkisizliği belki de yaşadıkları hayatı kanıksamaya çalışmasından. Onun mücadele yöntemi yaşamaya devam edebilmek için hayatının gerçeklerine kulağını kapatmak ve sadece televizyon ekranın ona sunduğu başka gerçeklere odaklanmak. Zeynep’in annesi filmin en pasif kahramanlarından biri. Ufak tefek söylenmeleri olsa da her olayda Zeynep’i dinleyip, olanları sessizce kabul ettiğini görüyoruz. Sorumluluk almaktansa yalnızca kızının dediklerini yaparak hayata devam etmeye çalışıyor. Zeynep’in, artakalan yemeklerini aldığı lokantanın garsonu Remzi’nin ise uzun zamandır Fransa’ya gitmeyi beklediğini öğreniyoruz filmde. Başka bir mücadele yöntemi olarak umut çıkıyor bu defa izleyicinin karşısına; hakkında bildiğimiz pek bir şey olmamasına rağmen Zeynep’le diyaloglarından onun da geçim mücadelesi verdiğini anladığımız Remzi, Fransa’ya gidebileceğini ve o zaman her şeyin güzel olacağını umut ederek hayatına devam ediyor belki uzun bir süredir. Zeynep’in mücadelesiyse çok daha farklı çünkü o bakması gereken bir kızı ve yaşlı bir annesi olan genç bir kadın. Sadece kendisi için mücadele etmiyor. Aslında Zeynep’in mücadele içinde yaşamak zorunda olan farklı insanları da temsil ettiğini görüyoruz. Örneğin; bir işçinin mücadelesini, yalnız başına ayakta durmaya çalışan bir kadının mücadelesini, bir annenin mücadelesini görüyoruz onu izlerken. Zeynep’in işten çıkarılmasıyla başlayan film, iş bulmaya çalışmasıyla devam ediyor. Bu süreçte cenazelere gidip evde yaptıkları kokulu bohçalardan satmaya çalışıyor ki bunun film için çok önemli bir metafor olduğunu söyleyebiliriz. Her sela okunduğunda Zeynep ve annesinin bohça satacakları umuduyla mutlu olduklarını görüyoruz. Film izleyiciye bir insanın yaşamının bitmesinin; nasıl başka bir insan için yaşama umudu olduğunu gösteriyor ve hayatlarımızın gerçekliklerinin ve mücadelelerimizin farklılığına gönderme yapıyor. Zeynep’in çalıştığı yerlerden neredeyse hiçbirinde pencere yok, girdiği işlerin ya yevmiyesi çok az ya da işçilerin paralarını geç ödeniyor, ustabaşlarının işçileri itip kaktığını görüyoruz. İşçiler makine gürültüleriyle, ışık bile girmeyen fabrikalarda tüm gün çalışıyorlar. Filmin başında hakkını arayan işçilerin, itilip kakılarak yevmiyeleri bile verilmeden işten atılmalarını görüyoruz ancak Zeynep’in daha sonra işe girdiği fabrikadaki işçiler içinde bulundukları koşulları kabul ediyorlar. Bu iki zıt tutum insanların neden haklarını arayamadıklarının göstergesi aslında. Tıpkı Zeynep gibi diğer işçilerin de çalışmaktan başka bir şansı yok belki de ve işten çıkarılma korkusuyla insanlık dışı her muameleyi kafalarını eğip kabul ediyorlar. Zeynep’in çalıştığı fabrikadaki neredeyse bütün işçilerin kadın, ustabaşlarının ise erkek olduğunu görüyoruz. Zeynep, fabrikada ustabaşının tacizine uğruyor ve fabrikadaki kadınların bu durumu dahi kanıksadığını görüyoruz. Aslında Kudret evlerini bastığında Remzi’nin “Evde erkek yok ya, ondan öyle yapıyor.” repliği toplumun cinsiyet rolleri üzerine tutumlarını özetler nitelikte. Film, toplumun kadınları hak ve özgürlükleri olan birer birey olarak dahi görmediğini ve daha da korkuncu bazı kadınların bu aşağılanmayı kabullenmek zorunda olduğunu gösteriyor izleyiciye. Kabullenmek zorundalar çünkü yalnızlar ancak bu yalnızlığın sebebi “evde erkek olmaması” değil, Kudret evi bastığında polise gitmesini öneren Remzi’ye “Ne polisi be Remzi” cevabını verdiğini görüyoruz Zeynep’in. Aslında kadınları savunmasız bırakan şey yanlarında bir erkeğin olmaması değil, onları korumakla yükümlü olan görevlilerin olmaması. Film boyunca Zeynep’in sürekli bir büfede çalışan Ayşe’nin yanına uğradığını, konuştuklarını görüyoruz. Zeynep, Ayşe’ye bir işe ne kadar ihtiyacı olduğundan bahsediyor sık sık; ancak Ayşe’nin sürekli kendi işiyle meşgul olduğunu aslında Zeynep’le pek de ilgilenmediğini görüyoruz. Film burada bize, çevremizdeki hayatlara, mücadelelere ne kadar yabancı, ne kadar tepkisiz kaldığımızı gösteriyor. Zeynep tüm bu mücadelenin, gerçekliğin küçük bir temsilcisi yalnızca bir “zerre”si. Zeynep’in temsil ettiği insanlar aslında her yerde ancak biz onların hikayelerine yalnızca üzülüp kendi hikayelerimizle, kendi mücadelelerimizle ilgilenmeye devam ediyoruz. Filmin daha başlarında Kudret, kira borcunu silmesi için Zeynep’ten kan vermesini istiyor ancak Zeynep bu teklifi reddedip iş aramaya devam ediyor. Kudret’in ısrarlarına ve baskılarına rağmen filmin sonuna kadar Zeynep’in kan vermemek için direndiğini görüyoruz. Zeynep tacize uğradıktan sonra üstüne Gülçin’den kan alındığını öğrenince apar topar evine dönüyor. O akşam film boyunca ilk defa aynaya baktığını görüyoruz Zeynep’in, ardından Kudret’in teklifini kabul ediyor. Zeynep’in aynaya bakması içsel bir yüzleşmeyi temsil ediyor aslında. Kendisiyle, geçmişiyle, mücadelesiyle, en önemlisi sorumluluklarıyla yüzleşiyor Zeynep ve sonunda pes ediyor. Çünkü onun korumak ve bakmak zorunda olduğu bir kızı var. Kan da metaforik bir anlam taşıyor filmde. İnsanlara gücü, onuru, savaşı anımsatan kan; aslında Zeynep’in tüm bunları kaybetmemek için film boyunca mücadele ettiğini gösteriyor. Ancak sonunda Zeynep pes etmek zorunda kalıyor ve kanını satıyor. Bunu yapmak zorunda olduğunu aslında kan verdiği akşam Zeynep’in ilk defa evinde yemek yapmasından da anlayabiliyoruz. Daha sonra dışarı bakıyor ve yıkık dökük binaların arkasında havai fişekler patladığını görüyor izleyici. O yıkık dökük evlerin arkasında o kadar farklı, o kadar başka bir dünyaya ait gibi görünüyor ki havai fişekler bir kez daha gerçekliklerimizin farklılığına atıfta bulunuyor film. Zeynep yıkık dökük evinde yemek pişirebilmek için uzun zamandır verdiği savaşı kaybetmişken aynı anda uzak bir yerde, farklı gerçekleri olan başka bir insan belki zafer kutlaması yapıyor. Filmin sonunda televizyonda bir nokta kadar küçük görülen gezegenleri, yıldızları görüyoruz daha sonra Zeynep burnu kanadığı için mutfağa gidiyor ve havada küçük zerrecikler görünüyor. Bir önceki sahnede gördüğümüz gezegenlere o kadar benziyor ki bu zerrecikler; bizim kocaman dünyalarımızın, hayatlarımızın aslında başkaları için ne kadar küçük ve değersiz olduğunu gösteriyor film ve tekrar hatırlatıyor ki Zeynep sadece küçücük bir temsilcisi mücadele ederek yaşamak zorunda olan insanların ve film de bu mücadelelerin yalnızca “zerre”si.
E-bültenimize abone ol!
Haftanın en popüler içerikleri, en çok kazananlar ve staj haberleri bültenimizde.