17. Yüzyılda Dünya Barışı: William Penn

Kültür ve Sanat - 15 Mart, 2021 - Okuma Süresi: 8 Dk.

15 Mart, 2021

17. Yüzyılda Dünya Barışı: William Penn

17. yüzyıl dünya ekonomisinin hızla büyüdüğü, insanların dünyaya olan bakış açılarının değişmeye başladığı, Avrupa'nın her açıdan üstünleşen sistemi, Osmanlı'nın hızlıca güç ve toprak kaybettiği zor ve kaotik bir dönemdi. Ancak bu zor dönemlerde bile birileri dünya barışının gerçek olabileceğini hayal edip dile getiriyordu. İşte bunu yapan bir Avrupalı filozof olan William Penn ve projesinden bahsedeceğiz.

17. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa hızlı yükselen bir konumdaydı. Amerika'nın keşfi, Hindistan'a giden okyanus yolları, gelişen tarım ve sanayi, kısacası her alanda Avrupa farklı bir dünyaya giriş yapıyordu. Bu gelişmelere paralel olarak Avrupalılar, harp sahasında da zaferleri art arda elde ediyordu. Her ne kadar kendi içlerinde halen belli başlı krizler yaşıyor olsalar da Osmanlı İmparatorluğu'nu en birinci düşman olarak kabul ediyorlardı. Yıllardır okul kitaplarında öğretilen ''Doğu Sorunu'' bu dönemde filizlenip şeklini almaya başlamıştır. ''Doğu Sorunu'' olarak bahsedilen bu mesele sizce neden bu isimle anıldı? Daha açık ifadeyle sorun sadece Osmanlı ise neden ''Osmanlı Sorunu'' denmedi? Çünkü burada sorun sadece Doğu'da bulunan Osmanlı değildi. Ruslarda aslında Avrupa için ''Doğu Sorunu’’ olmuştur. Ruslar I. Çar Petro ya da Türklerin deyimi ile ''Deli Petro'' zamanından beri büyük ve hızlı bir yükseliş içinde idiler. Bu ilerleyiş elbette diğer Avrupalı devletler tarafından olumlu karşılanmıyordu. Avrupalı devletler dış dünyada geliştirdikleri ticaret ağı ile kendi aralarında bir sistem oluşturmuşlardı. Bu sistemi bozabilecek herhangi bir girişimi de asla izin vermiyorlardı. ‘’Doğu Sorunu’’ olan Osmanlı ve Rusya’ya bakış açıları Avrupalılar için ayrı ayrıydı. Osmanlılar devasa büyüklükteki toprakları tek başına yönetiyor, her türlü insan faaliyetine tek başına karar veriyordu. Ruslar ise böyle bir konuma sahip değildi. Onlar daha çok gelişim içinde olduklarından dolayı çıkar meselesi yüzünden Avrupa için sorundu. Anlaşılacağı gibi Avrupa ile Ruslar belli bazı ortak paydalarda buluşabilirlerdi ancak Osmanlı için bu söz konusu dahi olamazdı. İngilizler belli bir dönem Osmanlı’nın lehine siyaset yürütse de çıkarlarına ters düştüğü durumlarda Osmanlı’ya hiç tereddüt etmeden sırt dönebiliyordu. Böylesine kaotik bir dönemde Avrupa’dan çıkan bir ses oldukça dikkat çekiciydi.

1693 yılında, William Penn Avrupa’da genel barış için bir Avrupa Dieti Devletler Parlamentosu (An European Dyet, Parliament or Estates) tasarısını ileri sürmüş daha da önemlisi bu birliğe Turkey (Osmanlı Devleti)’in de dahil olabileceğini dile getirmişti. Bu bize ‘bunda ne var canım’ dedirtiyor olabilir ancak dönemin siyasi durumu düşüncemizin tam tersiydi. Penn, burada yalnız bir birlik düşünmemiş, uzun yıllardır devam eden Osmanlılar ile Habsburglular arasındaki kanlı mücadelelerinde sona ermesini istemiştir. Çünkü ardı arkası kesilmeyen bu süreç insan kaybının çok yüksek seviyelerde olmasına, sosyal hayatın yıkımına, ekonomilerinin bitmesine neden oluyordu. Görüşünü ve arzusunu dile getirirken genellikle şu cümleleri kuruyordu; ‘’ Tüm tarih anlatımları gözden geçirirsek saldırganların haktan ziyade genellikle açgözlülükle fetih ve ülkeyi genişletme hırs ve gururu ile harekete geçtiğini görürüz.’’ Ona göre savaş yerine karşılıklı elçiler atanmalı, diplomatik görüşmeler yapılıp, adaletin savaşa karşı daha güçlü olduğunu gösterilmeliydi. Bu şekilde insanlar savaşı önleyip daha özgür daha anlayışı daha refah seviyesi yüksek ülkelerde barış içinde yaşayabilirdi. Penn her zaman devletler arasındaki savaşların halklar için çok ama çok adaletsiz olduğunu savunmuştur. Sosyal devlet yapısı kurulmalı ve devletin asıl gayesinin bu adaletin tam uygulanmasını sağlamaktı. Çünkü toplumun güvenliği, bireyin güvenliği idi. Adaletin sağlanabilmesi için de savaşların son bulması kesinlikle gerekliydi, aksi halde bu mümkün olamazdı. Bir ‘’egemen’’ veya ‘’emperical Diet’’ kurulmalı, kurtuluş, barış ve düzeni sağlayacak ‘’adalet kurallarını’’ belirlemeliydi. Diet, belirlenecek süre içinde bir kez toplanmalıydı. Devletlerin, elçilikler aracılığıyla çözemedikleri problemleri Diet’e getirmeliydiler. Eğer bir devlet, bu yolu kullanmak yerine silah zoruna kalkışırsa, diğer devletler birleşerek onu mağlup edene kadar mücadeleye devam etmeliydiler. Böyle bir yol ile ahali daha güzel bir dünyada yaşayabilirdi.   

Penn, bu birliğe European League or Confederacy adını verir ve delegelerden oluşan Diet nasıl meydana gelecek ve oylarını nasıl belirleyecektir sorularına cevaplar verir; Kuruluşta delege sayısı ve oy hakkı, ülkelerin ekonomik seviyesine göre belirlenecekti. Fransa 10, Portekiz 3, Almanya 12 delege edinecek deniliyordu. Eğer işin içine Ruslar ve Türklerde dahil edilecek olursa, onlara da kesinlikle adaletli davranılacaktı. Her biri en az 10 delege göndermeliydiler. Özetle, Diet 96 delegeden oluşabilmeli ve bilinen dünyanın ‘’en iyi ve en zengin kısmını’’ temsil edecekti. Oylamada her delegeye bir oy hakkı tanınacaktı. 

17. Yüzyılda Dünya Barışı: William Penn

Diet ne kadar kapsamlı olursa o kadar sağlam ve adaletli olurdu. Kararların etkisi kuruluşun genişliği ile paralel ilerleyecekti. Her kuruluşta olduğu gibi Diet, tek bir merkezden yönetilmeliydi. Bir karar alma söz konusu olursa topluluğun dörtte üçü buna onay vermeliydi. Görüşmelerde ortak dil Latince veya Fransızca olmalıydı. Grup içindeki hiçbir devlet yolsuzluk yapamazdı. Yapılabilecek herhangi bir işgüzarlıkta diğer devletler ona hemen yaptırım uygulayacak ve devletin bu tutumundan vazgeçirecekti. Diet uygulamaya konduğu anda barışı sağlayacak ve doğal olarak savaşa harcanan tüm masraflar devletlerin elinde kalacaktı. İşte Diet burada daha da aktif rol oynayacaktı. Savaş için harcanan paralar devletin kasasında kalacağından paranın akış yönü halka yönlendirilecekti. Böylece halk daha refah ve daha düzeli bir hayata kavuşacaktı.

William Penn’in bu fikri ortaya atarken farklı bir bakış açısı daha vardı. Hristiyanlık içinde uzun süredir devam eden mezhep savaşları bu şekilde tamamen sonlanacak ve Müslümanların gözünde Hristiyanlığın değeri artacaktı. İnsan yaşamını merkeze alan Penn'nin tüm bunları yaşadığı dönemde Macaristan’da yaşanan savaşların yol açtığı yağma ve felaketleri göz önünde tutarak düşündüğü açıktır. Penn’nin bu konfederasyon sisteminin olumlu yanlarını sıraladığı listede seyahat özgürlüğünden bahseder. Bu durumdan en fazla fayda sağlayacak kişiler de bilim insanları olacaktı. Çünkü böyle kolay gidiş-geliş yapılabilen ülkeler bütünü ile bilim çok hızlı yayılır ve gelişirdi. Farklı yararlardan biri de Türklerin Avrupa’ya yaptıkları akınların bu şekilde durdurulacak olmasıydı.

Tüm bunlara rağmen bu akılcı fikir pek ilgi görmedi. Çünkü zamanın bakış açısında bu algıya yer yoktu. Avrupalılar kendi çıkarları için yapabilecekleri faaliyetleri böyle bir konfederasyon ile yok edemezlerdi. Osmanlılarda eski muhteşem günlerine bu şekilde dönemezdi. Ayrıca böyle bir kuruluş oluşsaydı bile neye karşı olacaktı ki? Karşısında onu dengeleyecek dış tehdit yoksa bu konfederasyonun herhangi bir anlamı olmazdı. Özellikle Avrupa ülkelerinin dünyada yeni yerler keşfederek zenginleşmesi daha önemli idi. Kimse daha önce insan eli değmemiş, değse bile çok çok cüzi miktarına dokunulmuş yeni kaynakların getirisini diğer devletlerle bölüşmek istemez. Dolayısıyla her ne kadar bu fikir dönemin aydınları tarafından desteklenmiş olsa da hayata geçmesi için uygun ortam olmadığından başarıya ulaşmamıştır. 

Diet'in maddelerini okumak için: http://www.fredsakademiet.dk/library/penn.pdf

 

 

Haftalığın PeP'te!

İlk 15'a giren her içerik ile 200 TL kazan!

En popüler yazar sen ol!

Okunma puanını artır, kazan!

Liderlik Tablosu'na göz at!

Bu haftanın en çok okunanları.

E-bültenimize abone ol!

Haftanın en popüler içerikleri, en çok kazananlar ve staj haberleri bültenimizde.

Gizlilik Sözleşmesi'nde belirtilen hüküm ve koşulları kabul ediyorum.