Hakimlerin Modern Hukuk Sisteminde Yaşadıkları Aktör Kaynaklı Sorunlar
Eğitim - 29 Temmuz, 2024 - Okuma Süresi: 5 Dk.
29 Temmuz, 2024
Toplumsal aktörler adaleti iradi veya değil, ne kadar saptırabilirler? Önceki bir yazımın devamı niteliğinde olan bugünkü içeriğimde, hakimlerin modern hukuk sisteminde yaşadıkları aktör kaynaklı sorunları hukuk ve sosyoloji çevresinde ele alıyorum.
Hukuk, modern dünyada herkesin konuşmayı bildiği dillerden biri olarak hala varlığını sürdüren toplum düzenleyici bir normdur. Hukuku ilk defa Tanrı’nın iradesinin karşısında bağımsız ve nesnel bir kurum olarak öngören Hugo Grotius, adalet sistemine günümüz mahiyetini kazandırmıştır. Ancak günümüz aktörleri hakimlerin tarafsız karar vermesine engel oluyor olabilirler mi? Bu soruları yanıtlamak için öncelikle sorunları sınıflandırmakta fayda var:
AKTÖR KAYNAKLI SORUNLAR
- Hükümetlerin Kuvvet Sahası Politikaları
- Besleme Teorisi
- Hakimlerin Savcı Niteliğinde Davranmaları
Hükümetlerin Kuvvet Sahası Politikası
21. yüzyılda Cumhuriyet adını taşıyan devletler çoğunlukta olmasına karşın kimi devletler cumhuriyet kisvesi altında otoriter veya totaliter rejimler yürütebilmektedir. Bunun en bilindik örneği olan Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (Kuzey Kore), cumhuriyet adlarını taşıyan devletler olmasına karşın halefiyet yönetimini benimsemiştir. Aynı zamanda tıpkı bazı Arap devletlerinde olduğu gibi bir ülkede düzenli aralıklarla seçimler yapılıyor olması da mevcut rejimin demokratik olduğunu göstermemektedir.
Otoriter ve totaliter rejimler dışında demokratik ve adil olarak lanse edilen devletlerin iktidarları dahi zaman zaman karşıt görüşe sahip parti mensuplarını irade açıklamalarından dolayı politik tutuklu statüsünde cezalandırarak sistemi adli açıdan güç durumlara düşürebilmekte veya vatandaşların iktidar hakkında yaptıkları eleştiriler için kendilerine açılan yersiz hakaret davaları henüz iktidar tarafından ele geçirilmemiş bağımsız ve tarafsız hakimleri kararlarını verirken de sıkıntıya düşürebilmektedir.
Besleme Teorisi
Besleme teorisi, özellikle en büyük iletişim kaynaklarından biri olan habercilik sektöründe işlenen suçların dehşet vericiliğinin ve suç sayısının abartılarak topluma sunulması ve bunun yüzünden de toplumun dünyayı olduğundan daha dehşet verici olarak algılayarak giderek tedirginleşmesini ele almı. Besleme teorisini açıklayan bir kavram olan bulunabilirlik önyargısı ise gündeme yerleştirilen suç haberlerinin daha büyük yankılar uyandıran meseleler olmalarından ötürü haber bültenlerine daha fazla servis edilmeleri ve toplumun da aynı oranda suç oranlarının yükseldiğine dair bir kanı geliştirmeleridir. Yalnızca habercilik değil sigortacılık, bankacılık gibi sektörlerde de toplum üstünde yaratılan ‘’Mal varlığınız hatta canınız bile tehlikede.’’ algısı bu sektörlere gereğinden daha fazla yatırım yapılmasını teşvik etmek için biçilmiş kaftan.
Aşağıda Doç. Dr. Mustafa Tören Yücel’in ‘’Yeni Türk Ceza Siyaseti’’ adlı kitabından alıntıladığım, bir sigorta şirketinin besleme teorisinden istifade kendi adını nasıl pazarladığına dair bir kesit sunuyorum:
''Türkiye İş Bankası Kuruluşu olan Anadolu Sigorta'nın bir gazeteye verdiği tam sayfa ilanı (2008) ilginçtir:
Geçtiğimiz yıl Türkiye'de her altı dakikada bir, bir eve hırsız girdi. On binlerce kişi bunun kendi başına gelebileceğini düşünmmemişti. Anadolu Sigorta acenteleri ya da Türkiye İş Bankası şubelerine gelin, evinizi her türlü riske karşı bir an önce sigortalayın. Anadolu Sigorta. Kaybetmek yok.''
Sayın Mustafa Tören Yücel kitabının bu kesitinde verdiği besleme teorisi örneğinin yanısıra isterya ceza kavramına da değinmiştir. İsterya ceza, özellikle sosyal medya sayesinde hakimlerin karşılaştıkları dava dosyaları ile ilgili karar verirken toplum tarafından verdikleri kararın gerekenden ağır veya hafif olarak değerlendireceğini ve kendisinin olası bir lince maruz kalacağından korkarak toplumun vereceği tepkiyi de dikkate alıp daha az bağımsız kararlar almasını kavramsallaştıran oldukça yeni bir kelimedir.
Hakimlerin Savcı Niteliğinde Davranmaları
Hakimlerin işini zorlaştıranlar çoğunlukla dış etkenler olsa da yer yer kendilerine köstek olduğu da söylenebilir. Hakimler bilhassa ceza davalarında (ceza veya ağır ceza mahkemeleri gibi) maktullerin ve sanığın yaşamış oldukları olaylardan hukuk davalarında (miras, boşanma, borç davaları gibi) olduğu kadar emin olamayarak kolluk kuvvetlerinden, savcılardan, adli psikolog ve patologlardan hatta maktullerin kendisinden davayı aydınlatması için daha fazla delil talep etmesi ve bu ikna edici deliller eline ulaşana dek davayı ertelemesine kavramsal olarak hakimlerin savcı gibi davranması denmektedir. Ceza davalarında kolluk kuvvetlerinin görevi incelemelerin savcıya sunulup bunların davayı görecek hakime ulaştırılmasını sağlamaktır. Michel Foucault'ya göre hakim o an önünde bulunan yiyeceklerle en lezzetli yemeği yapmaya çalışan bir aşçıya benzetilebilir. Hakimin en doğru kararı almak adına savcıların ve kolluk kuvvetlerinin kendilerine ulaştırdıkları deliller hakkında sürekli şüphe duyması ve bunun için davaları ertelemesi, tanıkları dinlemek için süreyi uzatması yargı mekanizmasını yavaşlatmakta ve sistemi tıkamaktadır. Bu yüzden hakimlerin kararlarını verirlerken ne çok muallakta kalmış verilerle hareket etmeleri ne de en kesin sonucu görene kadar davayı uzatma davranışında bulunmaları gerekmektedir.
Unutmamak gerekir ki geç kalmış adalet, adalet değildir.
E-bültenimize abone ol!
Haftanın en popüler içerikleri, en çok kazananlar ve staj haberleri bültenimizde.