Yaşamın Temeli: DNA'nın Keşfi
Bilim ve Teknoloji - 23 Mayıs, 2022 - Okuma Süresi: 3 Dk.
23 Mayıs, 2022
Eski bir şato laboratuvarında araştırılan bileşimin günümüz DNA'sının keşfine olanak sağlayacağını hiç kimse tahmin edemezdi. Bir tesadüf bizi yeni keşiflere götürdü. Bu mucizevi keşfin gelişme sürecini merak ediyorsan satırlarıma eşlik edebilirsin. İyi okumalar!
1869 senesiydi. O zamanların genç araştırmacısı Friedrich Miescher Almanya'da bulunan eski laboratuvarda büyük bir keşfe imza atmak üzereydi. Miescher bu laboratuvarda hücrelerin bileşimi inceliyordu. Bulunduğu yerel klinikte, kullanılmış ve çöpe atılmış sargıların içerisinden elde ettiği birtakım akyuvarları inceleme fırsatı buluyor, hücrenin proteinlerini sınıflandırıyordu.
Çalışmalarını sürdürürken dikkatini numunelerde sürekli karşısına çıkıp duran bir maddeye vermişti. Bu ona çok garip gelmişti. Daha fazla vakit kaybetmeden yepyeni bir madde bulduğunu duyurdu. Nüklein, yani bizim tabirimizle DNA bulunmuştu. Durumu patronuna duyurdu. Patronu Feliz Hoppe- Seyler ve Miescher, bu farkındalık karşısında oldukça sakin bir tavır takındılar ve keşif ilan edilmeden, 2 yıl boyunca deneylerin tekrarlanmasını istediler. Çünkü sonuçtan emin olmak istiyorlardı. Fakat bu 2 yıllık beklemenin aslında hiçbir önemi yoktu, çünkü sonrası onlarca yıl da bilim insanlarının bu yapının önemini kavramasına harcanacaktı. 2 yıllık süreç içerisinde çalışmalarını tüm hızıyla yürüten Miescher, birçok hücrede DNA buldu ama bütün yaşamların, bunca çeşitliliğin tek bir maddeden, DNA'dan kaynaklandığına kendi bile inanamıyordu.
DNA sarmalları, kromozomlar ve gen toplamından oluşan protein yapısı, hücrelerin içerisinde ilk kez 1840'lı yıllarda saptandı. 1800'lerin sonlarında doğru araştırmacılar, hücre bölünmesi sırasında bunların önce sayıca ikiye katlandığını, sonrasında ise yavru hücrelerde tekrardan yarıya düştüğünü fark ettiler. 1865 senesinde Avusturyalı rahip Gregor Mendel, genetik kalıtımla ilgili ortaya atılan kuramları incelemek üzere bezelye bitkisinden yola çıkarak birtakım araştırmalarda bulundu. Farklı renkli bezelyeleri çapraz olarak ilk kalıtım deneylerinde kullanan Mendel'in bu çalışmaları 1900'lerde büyük yankı uyandırınca konuya olan ilgi arttı.
Bu sefer ''gen'' denilen şeyin yapısı merak edildi. İçinde ne vardı? DNA mı? Protein mi? İşte bu konuyla ilgili araştırmaları Alman doktor Albrecht Kossel yürüttü. Patron Hoppe-Seyler ile bir çalışma yürüttüğü esnada DNA'nın ''bazlarını'' keşfederek adenin(A), timin(T), sitozin (C) ve guanin(G) olmak üzere keşfettiği 4 baz maddesine bu adlandırmaları verdi.
Dönemin antisemitizminden kaçmak zorunda kalan Kossel'in bu büyük çalışmasını Litvanyalı araştırmacı Phoebus Levene geliştirdi. Levene, araştırmalarını 30 sene kadar sürdürdü, DNA'nın her yönünü araştırdı, araştırmalarını geliştirdi ve DNA'nın yapısını ve bileşenlerini buldu. DNA'nın deoksiriboz isimli bir şekerden ve fosfat gruplarından oluştuğunu ileri sürdü.
Sonraki yıllarda bu keşfi Amerikalı araştırmacı Watson, Francis Crick ile birlikte devralarak DNA'nın ikili sarmal yapısını buldular. Yıllar geçtikçe yapısını keşfettikleri ve keşfederek geliştirdikleri DNA, yıllar sonra Watson ve Crick'e Nobel ödülünü getirdi. Peki günümüzde durum ne? Yıllar önce tesadüfen bulunmuş olan bu yapının arkasında çok daha fazla gizemin olduğunu düşündüren görüşler hâlâ mevcut.
Satırlarıma eşlik ettiğin için teşekkür ederim. Kendine iyi bak :)
E-bültenimize abone ol!
Haftanın en popüler içerikleri, en çok kazananlar ve staj haberleri bültenimizde.