20. Yüzyılda Psikoloji Dünyasının En Çarpıcı Çalışması: Milgram Deneyi
Bilim ve Teknoloji - 15 Ocak, 2021 - Okuma Süresi: 7 Dk.
15 Ocak, 2021
Nazi iktidarındaki Almanya'nın Yahudiler üzerine gerçekleştirdiği soykırım, bilim dünyasını birçok yönden etkilemiştir. Yale Üniversitesi Psikoloji Profesörü Stanley Milgram'ın 60'lı yıllarda sürdürdüğü ve insanoğlunun karanlık yönlerini açığa çıkartan psikoloji deneyi, "Holokost"un bilim dünyasına bıraktığı miraslardan yalnızca biridir. Bu çarpıcı deneyin sonuçlarını birlikte inceleyelim.
Yirminci yüzyıl; küresel çaptaki devasa çarpışmalara, imparatorlukların yıkılışına, yeni ideolojilerin yükselişine ve çığır açan teknolojik gelişmelere yataklık yapan bir süreçtir. Bu yazımda, İkinci Dünya Savaşı’nın önde gelen trajedilerinden Yahudi soykırımından başlayarak savaş sonrasında yürütülen en çarpıcı psikoloji deneyine giden yolu irdeleyeceğim.
1933 yılında Almanya’da tam kontrol ile iktidarı ele geçiren Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi, toplumun Yahudi kesimine karşı uyguladıkları politikaları günden güne sertleştirmeye devam ediyordu. Bu sertleşme, 9 Kasım 1938 gecesinde yaşananlarla birlikte pik noktasına ulaştı. İsmini ev ve iş yerlerinin kırılan camlarından alan ‘Kristal Gece’de yaşanan kanlı olaylar, Yahudilere karşı uygulanan politikanın yeni bir safhaya geçtiğinin kanıtı niteliğindeydi. Bu tarihten itibaren o zamana kadar uygulanmış negatif ayrımcılıkların yerini korkunç katliamlar dolduracaktı.
Yahudi kişilerce işletilen ve Kristal Gece esnasında ağır bir şekidle tahrip edilen dükkanlardan yalnızca biri (Magdeburg, Almanya).
İkinci Dünya Savaşı’nın tüm şiddetiyle devam ettiği 1942 yılı Ocak ayında düzenlenen Wannsee Konferansı’nda, bu katliamların prosedürlerini kesinleştiren “Nihai Çözüm” planı ortaya atıldı. Planın fikir babası kabul edilen Alman Yarbay Adolf Eichmann, savaş sonrasında Arjantin’e kaçarak buraya yerleşecekti. Ne var ki Eichmann. tarihler 11 Mayıs 1960’ı gösterdiğinde kaçak hayatı sürdüğü Buenos Aires’te İsrail Gizli Servisi’ne ait ajanlar tarafından yakalandı ve tam gizlilik içerisinde İsrail’e taşındı. Öyle ki, Adolf Eichmann’ın yakalanması, İsrail medyasının dünya genelinde yayınladığı duyurular öncesinde kimse tarafından fark edilmemişti. Savaş sırasında SS subaylarının, kabaca Alman infaz timleri, soğukkanlılıkla işledikleri cinayetler şüphesiz ki insani değerlerle çelişiyordu ve bu, birçok düşünür tarafından ele alındı. Örneğin bu konuya Eichmann üzerinden yaklaşalım. Dini değerlere bağlı Protestan bir aile geleneğinden gelen bir insanı, kan donduran savaş suçlarının fikir babası yapan etken neydi ? Alman yarbayın, yakalanmasının ardından çıkarıldığı duruşmalarda yapılan suçlamalar karşısında ağzından düşürmediği savunması bu sorunun cevabını açıklar niteliktedir:
“Ben yalnızca emirlere uydum.”
Anlaşılacağı üzere otorite, itaat gücünü etkileyen önemli bir faktördü ancak ne ölçüde ? İşte bu soru, tarihin en tartışmalı psikolojik deneylerinden birisine zemin hazırladı.
Eichmann’ın, iki yıl süren yargılanma sürecinde verdiği çarpıcı ifadeler, Yale Üniversitesi psikologlarından Stanley Milgram’a yeni bir deney için ilham kaynağı olmuştu. 1961 Temmuz’unda işe koyulan Milgram, deneyin içeriği hakkında kısmi bilgiler içeren ilanları gazeteler aracılığı ile yayınladı. Farklı yaş ve statüden birçok insan denek olmak için başvurularda bulunmuştu. Yapılması planlanan deney oldukça basitti. Bir gözlemci ve iki denek olmak üzere toplamda üç kişiden oluşan bu deneyde gözlemci rolünü, işbirlikçi bir biyoloji öğretmeni ve kurban rolünü sözde bir muhasebeci üstlenmekteydi. Üçüncü özne ise ilanlar aracılığıyla erişilen bağımsız bir kişi olacaktı. Deneyin pürüzsüz bir şekilde devam etmesi için öğretmen ve kurbanın işbirlikçi olduğu gerçeği, bağımsız denekten saklanıyordu. Bir diğer deyişle sözde muhasebeci, tıpkı bağımsız denek gibi bir gönüllü katılımcıymış numarası yapıyordu. Gözlemci, deneklere ‘öğrenmede cezanın etkisi’ üzerine bir deneye katıldıklarını açıklıyor ve gösteriş icabı yapılan bir kura yoluyla birisinin öğretmen, diğerinin ise öğrenci olacağını söylüyordu. Gösteriş icabı diyorum çünkü bağımsız denek her halükarda öğretmen rolünü üstlenecekti. Bunun nedeni, kura kağıtlarının her ikisinde de öğretmen yazılmış olmasıydı. Bu durumda işbirlikçi muhasebeci, kağıdında öğretmen yazmasına rağmen öğrenci yazdığını belirtecekti. Bu rol dağıtımının ardından seçilmiş öğretmen ve öğrencinin, birbirlerini göremeyecek ancak duyabilecek şekilde farklı odalara konulması, deneyin kusursuz işlemesi için bir diğer önemli etkendi.
Deneyin uygulanma aşamasını resmeden bir görsel.
Bu dakikadan itibaren öğretmen rolündeki bağımsız denek, öğrenciye birtakım sorular soracak ve her bir yanlış cevap karşılığında 10’dan 450 voltaja kadar çıkan elektrik şoklarını uygulayacaktı. Tabii bu, işin bağımsız denek tarafından görünen kısmıydı. Gerçekte, işbirlikçi öğrenci elektrik şoklarının hiçbirisine maruz kalmıyordu ancak bunu bağımsız deneğe fark ettirmemek için uygulanan her elektrik şokunda daha önceden kaydedilmiş ses kayıtlarını çalıyordu. Voltaj arttıkça kalbinin ağrımaya başladığını, deneyi terk etmek istediğini belirten ifadelerde bulunuyordu. Hatta bununla da kalmayıp bağımsız deneğin sorduğu sorulara cevap vermeyerek ölmüş olduğu hissine kapılmasını sağlıyordu. Şayet bağımsız denek, öğrencinin içinde bulunduğu bu durumdan rahatsız olarak deneyi bırakmak istediğini belirtirse gözlemci tarafından dört seviyeden oluşan uyarılar alıyordu. Her seviyede daha da otoriter bir tavırla yanıt veren gözlemci, kısaca deneye devam edilmesi gerektiğini söylüyordu. İşte bu, deneydeki otorite etkeninin ön plana çıktığı noktaydı. Deneyin senaryo kısmı bu kadar. Sonuçlar mı ? Tüyler ürpertici!
Öğretmen rolü verilen deneklerin %65’i elektrik şoku uyguladıkları öğrencinin, sözde, haykırış seslerine rağmen en yüksek gerilim olan 450 voltaja kadar çıkmıştı. Gerilim arttıkça deneyin amacını sorgulayan bağımsız denekler olsa da bu katılımcılar, öğrencinin durumunu kontrol etmek için oda değiştirmek veya deney mekanını terk etmek gibi kararlı hareketlerde bulunmamışlardı. Ayrıca işbirlikçi gözlemci ile ters düşen bazı denekler, deney sonuçlarının hiçbir yükümlülüğünü üstlenmeyeceğini garantiledikten sonra deneye devam etmişti. Anlayacağınız üzere, bana dokunmayan yılan bin yaşasın. Deneyin oldukça rahatsız edici olduğu su götürmez bir gerçek. Ancak deney sonrasında katılımcılar ile yapılan anketler bunun tam tersini gösteriyor. Zira bağımsız deneklerin %80’den fazlası bu deneyde yer almaktan memnun olduğunu belirtmiş. Hatta uyguladıkları elektrik şokundan keyif aldığını söyleyen denekler bile mevcut.
Yazımda yer verdiğim deney sonuçları ve çok daha fazlası yolun başında sorulan soruya net bir cevap sağlıyor. İnsanoğlu, hangi koşullar altında olursa olsun, sert otoriteler karşısında kendi ahlaki değerleri ile çelişen şeyleri yapmaya hazır. 1943 Almanya’sındaki görevliler bir anlığına da olsa gözlerine çekilen perdeden kurtularak ne yaptıklarını sorgulamamış mıydı ? Tabii ki sorguladılar ancak otoriteyi sağlayan perde halen oradaydı. Çünkü onlar sadece ötekileştirilen ve düşman bellenen bir topluluğa karşı, otoritelerce verilen emirleri yerlerine getiriyordu. Bir diğer yandan Milgram deneyi gösteriyor ki, bu gibi insanlık dışı katliamları yerine getirmek için katledilen kişilerin ötekileştirilmesine veya düşman bellenmesine gerek yok. Kısacası, insanoğlu kendi başına bir tehlike yuvası!
E-bültenimize abone ol!
Haftanın en popüler içerikleri, en çok kazananlar ve staj haberleri bültenimizde.